Ben hiçbir zaman mümkün olduğunca farklı yerde bulunmak gibi
bir kaygı taşımadım. Bunun yerine bana iyi hissettiren yerleri tekrar tekrar
görmek ve farklı zamanlarda oraları deneyimlemek hep daha cazip geldi. İşimin
bana bu fırsatları cömertçe sunmasıyla da hem bolca yerde bulunma fırsatı
yakaladım, hem de bu yerler arasında bende izler bırakan ve dostluklar kurduğum
yerlere tekrar tekrar gitme şansına sahip oldum. Bu yerlerden birisi de
Barcelona oldu.
Çılgın ve cana yakın insanları ve her santiminde size sanatı
hissettiren detayları ile büyüleyici bir havaya sahip olan bu kent, kafamda bir
düğünden çıkıp halısahaya top oynamaya gidecek, oradan çıkınca da şiir kitabı
okuyarak uyumaya çalışacak Barcelonalı arkadaşımla bire bir örtüşüyordu. Böyle
bir Barcelona ziyaretimde, gittiğim bilimsel toplantı sona ermiş ve dönmek için
birkaç saat kalmışken beni arayan arkadaşım, birlikte yemek yemeyi önerdi. Ünlü
La Rambla caddesindeki bir açık hava restoranında buluştuk. Bolca güldük, eski
günlerden konuştuk. Yemek gelmek üzereyken restorandaki en yaşlı görünümlü
garson bana doğru geldi, yanımdaki sandalyede bulunan çantayı işaret ederek
“onu oradan alıp ya kolunuza takın ya da sırtınıza geçirin lütfen” dedi.
Yüzümdeki şaşkınlık ifadesini anlamlı bulmuş olacak ki,
kaldırımda bir direğe dayalı olarak elindeki telefonla ilgilenen bir genci
işaret etti. “Bakın” dedi, “şu adam muhtemelen bir yankesici ve bence o çantayı
gözüne kestirmiş durumda.” Ben daha da şaşırdım ve hemen çantamı kapıp koluma
geçirdim. O sırada gülmekte olan arkadaşıma “ne kadar ilginçsiniz, beni
uyaracağına adamı yakalatsanıza” dedim. Arkadaşım daha da güldü. “İlginç olan
sizsiniz” dedi. Beni çok uzun yıllardır tanıyordu. Japonya’daki öğrencilik
yıllarımızda evinin elektrik hattında sorun olmuştu. Yanan kabloları dışardan
köprü yaparak işlevsiz kılmış ve sorunu çözmüştüm. Arabasının karbüratör ayarı
çok düzensizdi ve her ay mutlaka yeniden ayar yapıyordum. Evini boyatmak
istediğinde aldığı fiyat pahalı gelince, bir haftasonu ayırmış ve hiç fena
sayılmayacak bir işçilikle boyamıştım. “Bak Emrah” diye söze başladı. “Niye
bilmiyorum ama sürekli etrafında sorun olarak gördüğün her şeye çözüm olman
gerektiğini düşünüyorsun. Asıl tuhaf olan bu. Garson yankesiciyi niye
yakalatsın ki? Onun işi seni uyarmak. Senin işin önlem almak. Yankesicinin işi
çalmak. Polisin işi de onu yakalamak. Herkes işini yapıyor. Şimdi boşver
bunları, güzel bir yemek yiyelim ve eski günleri analım.”
Zaten gittikçe daha da fazla bireyselleşen bir dünyada
başkalarının sorunlarına duyarlı olmak bence hala çok saygıdeğer. Bununla
birlikte başkalarının hayatlarına, işlerine kendilerininkinden daha çok ilgi
gösterenler de gerçekten çok yorucu olabiliyorlar. Herkes önce kendi işini daha
iyi yapmaya odaklansa, kendi sorumluluklarını yerine getirse ve sonra etrafına
baksa, sanki daha mı doğru olur?