Japonya’da yaşamaya başlayalı birkaç hafta olmuştu ve
sonbaharın ilk günlerindeydik. Ufak tefek adama sessizce yaklaşıp “Suika wa
ikura desu ka?” dedim. Bu “Karpuz ne kadar?” demekti. Karpuzu severdim ama
aldığım bursla kıt kanaat geçinmem gereken bir ülkede ona hiç sıra gelmemişti.
Parlak ışıkların altında dilimlenmiş ve jelatine sarılmış karpuzlar o kadar
muhteşem görünüyordu ki, gerekirse ertesi gün bir öğünü geçiştirip kendime o
akşam bir karpuz ziyafeti çekmeye kararlıydım. Adam 300 yen civarında bir fiyat
söyledi. Şaşırmıştım. Beklediğimden çok daha ucuzdu. “Tamam” diyerek parayı
uzattım. Adam parayı aldı, eline aldığı bir dilimi bana uzattı. Nasıl yani, 300
yen bir dilim karpuzun fiyatı mıydı? Ortasından daldırdığın bıçağın “çat” diye
yardığı bir karpuzu ikiye ayırıp dolaba koyma hayalim gerçek olmayacak mıydı?
Görüşüne göre bu mümkün değildi. Elimde nazarlık gibi duran karpuz dilimiyle
evime geldim. Dolaptan çıkardığım pirinci mikrodalgaya koydum. O akşam yemekte
pirinç, karpuz ve dünyanın en zengin ülkelerinden birinde de olsan, eğer
tarımda yeteri kadar iyi şartlara sahip değilsen çok zengin olmadığını
anlamanın deneyimi vardı.
Bu anı Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan sonra arkadaşlarıma
en çok anlattığım, yıllarca onların da en çok şaşırdığı şeylerden biri olmuştu.
Derken son dönemlerde benim de dikkatimi çekmeye başlayan bir biçimde, bizde de
dilimle satılmaya başlayan karpuzların varlığını fark ettim. Elbette bunun
ekonomik, gittikçe küçülen ailelerle sosyolojik bir anlamı olabilir. Hatta
kaynakları daha verimli kullanmak adına, bu daha doğru bir yöntem de olabilir.
Ama öyle ya da böyle, artık dilimli karpuz bizim için de şaşılacak bir şey
olmaktan çıkmış durumda. Ve buna benzer yaklaşımlar karpuz gibi hoşumuza giden
tarım ürünlerinden sonra, süt ve unlu gıdalar gibi doğrudan bağımlı
hissettiğimiz ürünlere de gelirse, işte o zaman yaşam konforunuzdan çok daha
fazla feragat etmiş olma ihtimalimiz belirecek. Bunları niçin yazıyorum? Süt
verimliliğinin oldukça yüksek olduğu bu bahar günlerinde, süt besiciliğini
yeterince kârlı bulmayan üreticilerin sektörden çıkmalarına bağlı olarak, ciddi
bir arz eksikliği yaşanabileceği konuşuluyor. Süt veriminin artan sıcaklıkla
biraz daha düşeceği yaz günleri ise yüksek performans beklediğimiz turizm
nedeniyle talebin oldukça artması beklenen bir dönemi ifade ediyor. Tarımın
medeniyet tarihindeki en köklü yuvalarından biri olan Anadolu’da bu tür sorunlarla
karşılaşmamak için yapılması gereken ilk şey ise şüphesiz Z kuşağının elindeki
tabletleri, üretimin keyfi ve para kazanma potansiyeli ile yarıştırmak.
Ortalama 55-60 yaşına gelmiş çiftçilerimizle yeni üretim tekniklerini
kovalamamız oldukça zor. Karpuzu yıllarca tane ile almaya alışmış bir ülkede
domatesi tane ile alacak noktaya gelmek üzücü olduğu kadar düşündürücü.
Geleceğe güvenle bakmamız biraz da on yıl sonra traktörünün yanına spor
arabasını çekebilecek gençlerin varlığına bağlı.