Hayatımın ciddi bir kısmı klasik araç sevdasıyla dünyanın farklı yerlerinde bulunarak ve onları gördükçe mutlu olarak geçti. Yolda yürürken duyduğum bir egzoz sesiyle yönümü değiştirdiğim de, birkaç günlüğüne gittiğim bir şehirde sırf çok fazla klasik araç var diye planladığımdan daha uzun kaldığım da oldu. Klasik araçlardaki yaşanmışlık hissi ve şimdilerde çok sık görmediğimiz kalite anlayışı beni her zaman çok etkiledi.
Bundan yirmi yıl kadar önce de durum böyleydi. Uzun zamandır yaşadığım Uzakdoğu’da, dönemin son teknoloji ürünü araçlarının arasında, hocamın 1972 model klasik arazi aracı gözbebeğimdi. Koldan manuel vitesi ve direksiyonun ters yönde olması gibi beni cezbeden noktaların yanında, çok da güzel bir motor sesi vardı. Hoca bir sabah laboratuvara gelip aracın bozulduğunu ama tamirciye götürecek zamanı olmadığını söyleyerek yakındığında “Ben götüreyim” diyerek atılmamın temel sebebi de buydu.
Gittiğim tamirci 70’lerine merdiven dayamış hoşsohbet bir
adamdı. Elinin yavaş olması biraz da işini sağlama almasından kaynaklanıyordu.
Direksiyon kutusunu açmış, dişlilerle oynamış ve kapatmıştı. Yerine takmak, bu
kadar işten sonra çocuk oyuncağıydı. Büyük bir merakla arabayı alıp oradan
ayrılmayı beklerken saati göstererek “yarın görüşürüz” dedi. En fazla 15
dakikalık bir işi kalmıştı. Üsteler gibi oldum. O akşam bir işi olduğunu ve
mesai saatinden sonra zaten çalışamayacağını söyledi. Biraz kırgınlık ama daha
çok kızgınlıkla oradan ayrıldım ve taksiyle eve geldim. Hocayı aracı konusunda
bilgilendirdikten sonra uzun zamandır o akşamı beklediğim piyano konseri için
hazırlandım, arkadaşlarımla buluştum ve yola koyulduk. Dünyanın en ünlü
piyanistlerinden biri çok da büyük olmayan şehrimize gelmişti ve bunu
kaçıramazdık. Yerimize oturduktan birkaç saniye sonra arka sıradan bir ses ve
omzuma dokunan bir el hissettim. Döndüğümde, o gün tüm günü birlikte
geçirdiğimiz tamirciyi son derece şık bir kıyafetin içinde konseri dinlemeye gelmiş
halde gördüm. Şaşırdım. O da öyle. Ama sanırım onunki daha mutluluğa, benimki
daha tuhaf bulmaya yakın bir şaşkınlıktı. “Çok severim piyanoyu, güzel bir
konser dilerim” diyerek beni selamladı. Aynı şekilde karşılık verdim. O günden
beri bir eğitimci olarak aklımda hep aynı soru vardır: Yapmamız gereken şey
herkesi üniversite eğitimine yönlendirmek mi, yoksa bir oto tamircisi ile bir
üniversite mezununu aynı çatı altında iş yapıp aynı çatı altında konser
seyrettirecek sosyo ekonomik şartları oluşturarak herkesi en iyi ve mutlu
olduğu alanda ilerlemeye teşvik etmek mi?