Milliyetçi bir babanın oğlu olan İranlı Müslüman sosyolog
yazar Ali Şeriati’nin, “Bir yerde dindarlık artarken, insanlık azalıyorsa;
dindarlık artarken, ahlak azalıyorsa; dindarlık artarken, barış azalıyorsa;
dindarlık artarken, adalet azalıyorsa;… Dindarlık artarken aklı kullanma ve
bilimsel çalışmalar azalıyorsa oradaki din Allah’ın dini olamaz” sözlerini
hatırlatarak günümüze doğru bir yolculuk yapalım. Türkiye Cumhuriyeti
ibaresinin kalkmasını isteyenlere karşı tepkisiz kalıp Türklüğü kimseye
bırakmayanlar özellikle tarihi iyi okuyarak sonlarını görmesi adına bu yazıyı
iyi değerlendirmesi gerekir.
Maneviyatın en fazla hissedilip yaşandığı Ramazan ayında
dini duygularımızı ve dinimizi sömürenlerin hangi yola başvurduklarını ve neler
yaptıklarını, cemaatlerin, tarikatların ve şeyhlerin içyüzünü “Allah’ı Arayan
İmam” ve “Labirentten Çıkış” adlı kitabın yazarı Mehmet Tekeci’nın Cumhuriyet
Gazetesi’nde Mehmet İnmez’e verdiği röportajı yeniden hatırlatmak istedim.
19 yıl imamlık yapan Tekeci’nin anlattıklarını bu ayda
okumanın ve dinimiz adına yapılan çirkinliklerin aktörlerinin ve onlara çanak
tutanların gerçek yüzlerini ve geleceğimiz olan çocuklarımızın da nasıl batağa
sürüklendiğini öğrenme yada hatırlama adına faydası olacağını düşünüyorum. Öyle
ki son süreçte iyice ayyuka çıkan ve yaptırımların hafif kaldığı alçaklıkların
ülkemizi nerelere sürüklemeye çalıştığını iyi analiz etmek gerek.
DİN PAZARLAYAN
“10 yıl boyunca tarikat ve cemaatler içerisinde yer alan ve
şeyh yardımcılığına kadar yükselen Tekeci,
“Bütün şeyhler, tarikatlar, cemaatler sahtedir. Buralarda tecavüz ve
taciz vardır. Tacizin ana kaynağı sadece tarikatlar değil, kuran kursları,
yurtlar ve cemaatlerdir.
Bunlar din pazarlayan, namussuz, ahlaksız insanlardır.
Ben bunların hepsini gördüm ve yaşadım” dedi. Tekeci, ayrıca
mahallelerde açılan “sübyan mektepleri”nin ne kadar tehlikeli olduğunu, devlet
kurumlarının hangi cemaat ve tarikatlara paylaştırıldığını detaylarıyla
anlattı.
-Sizi tanıyabilir miyim? En son hangi görevdeyken
ayrıldınız?
-1965 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde doğdum.
İlkokulu köyümde, ortaokul ve liseyi Kastamonu İmam Hatip Lisesi’nde okudum. 6
yaşında köy imamında Kuran okumaya başladım. İlkokul bittikten sonra ailem beni
‘gavur’ okulu diye ortaokula göndermedi. Bir Kuran kursuna gönderdiler.
Hayatımın en karanlık ve acı dolu günleridir. Ailemden habersiz parasız yatılı
sınavlarına girerek ve din eğitimi de veriliyor diye ailemi imam hatibe gitmeye
ikna ederek okumaya başladım. İmam hatip benim için bir kurtuluştu.
29 yıl çeşitli yerlerde din görevlisi olarak görev yaptım ve
2013 yılında siyasi iktidarın dini kullanması ve camilere siyasetin girmesinden
rahatsız olarak emekli oldum. Allah’ı
Arayan İmam ve Labirentten Çıkış isimli iki kitabın yazarıyım.
İMAM ATAMALARI
- Hangi yıllarda tarikat ve cemaatin içinde yer aldınız?
Nerede ve kaç yıl onlarla kaldınız?
-Göreve ilk başladığım 1985 yılında bize tavsiye edilen tek
kaynak Ömer Nasuhi Bilmen’in İlmihal kitabı idi. Diyanet, imam atamalarını ve
bütün din işlerini bu kitaba bakarak yapardı.
1995’li yıllara geldiğimizde kafamda ciddi sorular oluşmaya
ve cevaplarını bulamamaya başladım. O yüzden bu sorulara cevap bulabilirim
düşüncesi ile tarikata girdim. 10 yıl tarikatın içinde kaldım. Mensup olduğum
tarikatın şeyhinin ildeki görevlisiydim.
-Ancak aradığım hiçbir şeyin cevabını bulamadım. Tamamen
rüyalara dayalı ve adına maneviyat denilen hurafelerden başka bir şey yoktu.
Mensup olduğumuz tarikatın şeyhi Kuran ayetlerini bile yanlış okurdu ancak bir
hikmeti vardır diye bir şey söyleyemezdik. Daha fazla orada durmamın bir anlamı
kalmadığına 2005 yılında karar verdim ve ayrıldım.
SALTAN VE KARUN GİBİ HAYAT SÜRMEK
- Neden tarikat ve cemaatlerden ayrıldınız?
-Dine ait hiçbir şey yok aslında buralarda. Her tarikatın
derneği ya da vakfı var. Onlara bağlı olanlar ciddi bir para kaynağı.
Sorgulamadan gidilen bu sadakat anlayışı içinde “Allah rızası için” denilerek
sizden ciddi bir kaynak sağlanmakta. Orada özellikle zikir ortamında
oluşturulan yapmacık illüzyon daha sonra cazibesini yitiriyor etrafınıza
bakmaya başlıyorsunuz.
Oradaki ruhsal olarak sömürülüyor, maddi olarak sömürülüyor.
Bugün fakir olan, dünyalığı olmayan tek bir tarikat ve cemaat şeyhi yoktur.
Tamamı saltanat içinde Karun gibi hayat sürmektedir.
FOSSEPTİKTEN SOKAĞA TAŞAN DAMLACIKLAR
- Yurtlar tehlikeli mi? Kapatılmalı mı?
-Yurtlar ve kurslar çok tehlikelidir ve istisnasız ilk ve
ortaöğrenim öğrencileri için açılan bütün kurs ve yurtlar kapatılmalıdır.
Adana’da yurtta yanarak ölen kız çocuklarımız, Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan
erkek öğrencilerimiz, Fıkıh-Der’de tecavüze uğrayan öğrencilerimiz, tarikat
şeyhleri tarafından taciz ve tecavüz edilen çocuklarımız ve kadınlarımız sadece
fosseptikten sokağa taşan damlacıklardır.
KÜÇÜK ÇOCUKLAR TEHLİKE ALTINDA
-Duyduğumuz koku budur.
-Bu vesile ile anaokulu adı altında her mahallede açılan
“sübyan mekteplerine” de dikkatinizi çekmek isterim. Buralarda barındırılan
küçük çocuklarımız çok büyük tehlike altındadır. Bu çocuklarımız geleceğin
cemaat ve tarikatlarına altyapı olarak hazırlanmaktadır. Buralardan mezun olan
kız çocuklarımızın mezuniyet törenlerinde genellikle gelinlik giydirilerek
beyinlerine gönderilen mesaj çok önemlidir. Ülkemizde durmadan yükselişte olan
“çocuk gelinler” olayının temelleri yıllarca ekilen bu tohumların bir
izdüşümüdür.
O ODADA NELER OLUYOR
- En son yaşanan olay gibi taciz ve tecavüz olayları
yaşanıyor mu?
-Buralarda verilen eğitimlerde öğrenci ile öğretici baş başa
kalabilmektedir.
Özellikle ezber derslerinde bu daha çok yapılmaktadır. İşte
o odada neler olduğunu ve ne yaşandığını çocuk cesaretini toplayıp ya da
dayanılmaz noktaya gelip anlattığında öğrenebiliyoruz. Bu zamana kadar tarikat
ve cemaatlerde ortaya çıkan olaylar, kurs ve yurtlarda taciz ve tecavüze
uğrayan çocukların haberleri aslında buralarda ne kadar karanlık ve ahlaksız
işlerin döndüğünü net bir şekilde ortaya koymaktadır.
RÜYALARA DAYALI DİN OLUŞTURMUŞLAR
- Tarikatları nasıl yorumluyorsunuz? Onlar dini kullanıyor
mu? Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı mı?
-Tarikatlar Kuran ayetlerine takla atlattıran, onlara akla
ve hayale gelmeyen anlamlar katarak metafizik kavramlar ve soyut anlatımlarla
ispatlanması mümkün olmayan rüyalara dayalı bir din oluşturmuşlardır.
Tarikatların iki sermayesi vardır: Sadakat ve cehalettir.
Tarikatların yüzde 90’ı Türkiye’yi “dar-ül harp” olarak görmektedir. Yani yarın
ellerine fırsat geçtiğinde “savaşılacak devlet” demektir bu. Kısaca cemaat ve
tarikatlara göre Türkiye’de mevcut ne varsa ganimettir ve hangi yolla olursa
olsun onlara helaldir. Asıl vahim olan budur.
Siyasal İslamın Atatürk’ün kurup yoktan var ettiği bu ülkenin ne kadar
kazanımları varsa teker teker yok etmek, ellerine geçirmek için her hileye
başvurmaları bundandır.
BU ÜLKE DİN DEVLETİ OLMAYACAK
- Devlet tarikatlara mı emanet ediliyor?
-Türkiye Cumhuriyeti sıradan bir Ortadoğu ülkesi değildir.
29 Ekim 1923 yılında atılan bu ülkenin temellerini Mustafa Kemal Atatürk sağlam
atmıştır. Bu ülke hiçbir zaman bir din devleti olmayacaktır. Bu ülke hiçbir
zaman şeyhlerin ve dervişlerin yönettiği bir ülke olmayacaktır. Zira bu ülkenin
bütün ayarları Atatürk tarafından “muasır medeniyet”e göre ayarlanmıştır.
-Tarikatlar arasında görev taksimi 1970’li yıllarda
yapılmıştır.
Dershane ve özel okullar Fethullahçılara, Kuran kursları ve
yatılı yurtlar Süleymancılara, Arapça ve medreseler İsmailağa cemaatine,
hastane ve sağlık sektörü ise Adıyaman cemaatine pay edilmiştir.”
BU NEDENLE LAİKLİK ÖNEMLİ
Tekeci’nin bu anlatımından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ü
laikliğe yönelten ana neden; Kurtuluş savaşı sırasında dinin nasıl İngiliz
işgal kuvvetlerinin elinde kullanıldığını görmekten kaynaklanır. Örneğin
birinci dünya savaşında Peygamberimiz Hz. Muhammed’in torunu olduğunu ileri
süren Mekke Şerifi Hüseyin’in Arabistanlı Lawrence lakaplı bir İngiliz ajanıyla
birlikte hareket ederek onlardan alıntılar yapıp oradan yönetilerek Osmanlı
birliklerine kayıplar verdirmişti.
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları bu savaşlarda dinin nasıl
bu örnekte olduğu gibi emperyalist güçler tarafından kullanıldığını ve o
nedenle din duygularını ve dince kutsal kavramlar üzerindeki siyasal ve ticari
amaçları ortadan bu nedenle kaldırmak istedi. İşe gerçekte vicdan özgürlüğü,
gerçekte demokrasi laik toplamlarda meydana geldiğini bir kez daha hatırlamakta
ve unutmamak gerek.