Aynı olan bizi rahat bırakır, ama bizi
üretken yapan zıtlıklardır...
Goethe
Her şey zıttıyla var olur dünyada. Biz
bir şeyleri kirlettiğimiz için bazı şeyler temiz kalmıştır. Yani hiç bir şeyi
kirletmeseydik hiç bir şeye de temiz diyemeyecektik...
Esirler ve köleler olmasaydı özgürlükten
bahsedemeyecektik mesela. Günümüz Türkiye’sine uyarlarsak; bağımlı yandaş basın
olmasaydı özgür basından, bağhımlı yargı olmasaydı bağımsız yargıdan söz
edemeyecektik...
Çirkin kadınlar olmasaydı güzel
kadınları da sevemeyecektik hiç bir zaman...
Karanlık olmasaydı aydınlığa aydınlık
diyemeyecektik vs vs vs. Yüzlerce binlerce milyonlarca kez kurabiliriz bu
cümleleri. Yani bu kadar ön sevişme yeter, gelelim asıl konumuza :
Dünyada SOSYAL DEMOKRASİ diye bir şey
var mıdır yok mudur ben bilmiyorum. Varsa da umurumda değildir zaten. Dünyayı
yönetenler Türkiye’yi yönetenlerden daha mı erdemli insanlar sanki...
Sosyal demokrasinin olabilmesi için
sosyal olmayan bir demokrasinin olması gerekir ilk önce. Var mı dünyada asosyal
demokrasi, yok. Bizde var mı, o da yok. Niye sosyal demokrasi var o zaman..?
Hikaye şöyle başlar :
12 Eylül 1980 Türk tarihindeki en büyük
kırılma noktası olarak yer alacaktır tarihin tozlu sayfaları arasında. O
tarihten önce bir başbakan “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz”, “Benim
memurum işini bilir”, “Seçimden önce zam yapacak kadar enayi miyim” gibi laflar
efecekti hemi..! Anasından doğduğuna pişman ederdiler adamı...
Solcularımız da bu bozulmadan
nasiplerini aldılar elbette. “Türkiye seçmeni büyük çoğunlukla sağcı, onlardan
oy alabilmek için sağ politikalar üretmeliyiz” dediler ve adını değiştirdiler
kendilerinin. Solcuyuz diyemediler ve sosyal demokratız demeye başladılar...
Bırakın Allah aşkına beyler..! Solcuyum
diyemiyorsanız hikaye anlatmayın. Sağcıym diyin de solcular da kaç kişi
kaldıklarını anlasınlar...
Göğsümün sol tarafından sevgiyle
saygıyla sımsıkı kucaklıyorum hepinizi...
Seni başka türlü...