Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.(o.ş.g.)
Gerçekten anlayamıyorum bu ülkeye ve bu ulusa saldıran
kişileri. Bu insanlar, Türk tarihini hiç okumazlar mı? Dedelerinden,
babalarından bu vatanın nasıl özgürlüğe kavuşturulduğunu merak etmezler mi?
Şair Gökyay’ın dediği gibi bu vatan için huduttan hududa
koşan, cepheden cepheye giden dedelerimizi hiç anımsamazlar mı?
“Önce vatan gerisi
detaydır,” diyen ve vatan sevgisini dile getiren insanlardan hiç utanmazlar mı?
Yokluk içinde, yoksulluk içinde cepheden cepheye at koşturan
yiğitlerimizle gurur duymazlar mı?
Vatanın her kalesi zapt edilmiş, her şehrine girilmiş, yer
altı, yer üstü zenginliklerimize el konulmuş dış düşmanlara ve iç vatan
hainlerine özenen ve onlara özlem duyan insanların peşinden gidenlere şaşılmaz
mı?
Ayağında yırtık çarıkla, sırtında yamalı ceketle vatanı
için, namusu için, çocuklarının, torunlarının geleceği için ölümle arkadaş olan
o vatan severler her an anılmaz mı?
Ordu yok, silah yok, yiyecek, giyecek yok. Kurtuluş Savaşı
komutanlarının kasalarında para da yok. Ama var olan şey ise, imanları,
inançları ve vatan aşklarıydı, bunu da anımsamazlar mı? Tarih sayfalarına
düşmüş bir anıyı örneklemek istiyorum.
Sivas Kongresi tamamlanmış, Mustafa Kemal ve arkadaşları
Ankara’ya dönmüşlerdi. Elde avuçta ne varsa tükenmişti. Ekmek almak için fırına
ödeyecek paraları yoktu. Sofraya konulacak bulgurdan başka yemek kalmamıştı.
Özel Kalem Müdürü, kürklü paltosunu sattı. Çünkü satabilecekleri bir o
kalmıştı.
Birkaç gün sonra kapı çalındı. İçeri giren asker, Müftü
Efendi’nin geldiğini söyledi.
“Eyvah” dedi Mazhar Müfit. Çekmecesini açtı, kahve vardı ama
sadece iki tek kesme şeker kalmıştı. Sigara da bitmişti. Misafirini ağırlayacak
durumda değildi. “Buyursunlar” dedi.
Müftü, Börekçizade Rıfat Efendi odaya girdi. Masanın
kenarındaki sandalyeye ilişti. Mazhar Müfit, Mustafa Kemal için sakladığı iki
tek kesme şekere kıyamadı. ”Zannedersem sade kahve içersiniz değil mi” diye
sordu. Müftü Efendi, tebessüm etti, “Teşekkür ederim kahve içmiyorum” dedi.
“Sigara da kullanmazsınız değil mi?”
“Onu da kullanmam.”
Müftü Efendi’nin hem sigara hem de kahve içtiğini Mazhar
Müfit biliyordu.
Müftü Efendi, “Fazla vaktinizi almayayım, biraz sıkıntıda
olduğunuzu duyduk” dedi.
Mazhar Müfit, gayet sert bir dille müftünün sözünü kesti.
“Paramız var” diyerek masanın arkasındaki küçük kasayı
gösterdi. Ne yazık ki kasada sadece 48 kuruş vardı. Sattığı paltodan o kadar
para kalmıştı.
Müftü Efendi elini cebine soktu. Mendili çıkardı. Katlanmış
minik bir çıkın çıkardı. Masaya koydu. Açtı. 1200 lira vardı. Bu para kendinin
ve eşinin biriktirdikleri cenaze paralarıydı.
Bu memleket, Kuvayi Milliyecinin sırtından çıkarıp sattığı
paltosuyla, yurtsever Müftü’nün kefen parasıyla kurtuldu.
Birlik olmak namus borcudur.
Ey benim kandırılan temiz vatandaşım, evinde huzur içinde
uyuyorsan, ibadetini huzur içinde yerine getirebiliyorsan işte o Kuvayi
Milliyecilere borçlusun.
Senin borcun ise vatan için yaşamaktır. Çünkü bu vatan
senindir.