Dil, anlaşmak
içindir. Dil, birlikte yaşamamızı oluşturur. Dil, ayrıştırıcı, bölücü, ayırımcı
olamaz. Burası Türkiye Cumhuriyeti, egemen güç ise Türklerdir. Öyle ise o
ulusun ortak dili Türkçedir. Güzel de dilimizden rahatsız olanlar var. Hele son
zamanlarda başka dillere özellikle Arapçaya karşı özlem duyanların sayısı
çoğalmaya başladı. Ne demiş birisi? “Resmi dilimiz Arapça olsun.” Arapça,
İngilizce… Bir veya daha çok yabancı dili konuşmak, yazmak güzeldir. Ama kendi
dilimizi küçümsemek de neyin nesi oluyor?
Arapça Türkçeden üstün bir dil
midir? Yazdık, çizdik de Türkçe sözcükler yeterli mi olmadı? Peki, Araplara ve
Arapçaya hayranlık nereden geliyor? Evet, kutsal dinimiz bize Arapça yazı ile
ulaşmıştır. Dinimizin emirlerini Arapça okuyoruz, Arapça dinliyoruz ama çoğumuz
hiçbir şey anlamıyoruz. Buna göre Arapça yazılan din kitabımız kutsaldır ama
bizim için Arap dili kutsal olmamalıdır.
1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey,
bir buyruk yayınlamıştır. “Şimden gerü hiç gimesne divânda,
dergâhda, bergâhda ve dahi her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye.” diyerek
Türk dilini devletin resmi dili olarak duyurmuştur. 700 yılı aşkın bir dönemde
dilimizin önemini devlet ağzı ile dile getiren o saygın devlet adamını şükranla
anıyorum.
Şu bir gerçek ki her dil, kendi
ulusu için yüce bir değerdir. Her ulus, kendi kültürünü evrenselleştirmek için
dilini pazarlar. Ulusal bilinç sahibi insanlar ve toplumlar, başka dillerin
egemenliğine girmemek için kendi dillerini zenginleştirirler. 700 yıl sonra
kendi dilimizi zenginleştirmek ve ulus olduğumuzu koruyabilmek için TDK gibi
kuruluşu devreye sokmuşuz. Atatürk gibi uzağı gören devlet adamları, ulusal
dili yaygınlaştırmak için çaba göstermişlerdir. Sanatta, bilimde Türk dilinin
yeterli olacağını kısa zamanda ulusumuza ve diğer ülkelere kanıtlamışlardır.
Dilde bağımsızlığını kazanamayan
uluslar, başka ulusların kültüründen kurtulamazlar. Siyasal, ekonomik
bağımsızlık dilin bağımsızlığı ile sağlanır. Bir ülkede ulusal bilinç ulusal
dille olgunlaşır. Tarihin derinliklerine baktığımızda sömürülen ülkelerin önce
dilleri unutturulmuştur. Sömüren ülke kendi dilini esas kılmıştır. Hedef, o
ulusun kimliğini yok etmektir. Bu nedenle biz, ulusal bağımsızlık için kendi
dilimize sahip çıkmak zorundayız.
Ekonomik gelişmişlik, teknolojik
ilerleme gösteren ülkeler, ihraç ettikleri ürünlerle birlikte kendi dillerini
de ihraç ederler. Bu nedenle çağımızda hiçbir ulusun dili yüzde yüz arı
değildir ve olamaz da.
Hâlâ ülkemizde Osmanlı ve Osmanlıca
hayranlığı var. Geçmişi getirmek için yanıp tutuşan insanlarımız çok. Osmanlıca
ulusal bir dil midir Allah aşkına? Arapça, Acemce, Türkçenin karışımı ile
oluşturulan siyasi nitelikli uydurma bir dildir. Aceme sorsan, Türk’e sorsan,
Arap’a sorsan anlamaz. Anlaşılmayan bir dilin seslendirilmesi ve o ulusun
gırtlak yapısına uymayan bir dilin oluşturulması, o ulusun gelişme özelliğini
engeller.
Bugün devlet dili ve halk dili
aynıdır. Yazı dili, konuşma dili arasında ağız ve şive farklılıkları dışında
ayrım yoktur. Ne yazık ki Osmanlıca belirli sınıfın diliydi. Saray ve
çevresindeki insanlar konuşur ve yazarlardı. Ama Anadolu’da yaşayan
Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Emrah, Yunus Emre gibi ozanlar kendi dillerini,
Türkçeyi ustaca kullanmışlar, dilimizin yaşamasına katkıda bulunmuşlardır.
Ziya Gökalp, “Güzel dil Türkçe bize/ Başka dil
gece bize/ İstanbul konuşması/ En saf en ince bize.”
Doğru dememiş mi düşünür?