Biz 65 yaş üstü olan insanlar,45 gündür evdeyiz. Evimizin
bahçesine bile çıkmadık, çıkamadık. Bunun adına kurallara uymak denir, korkmak
değil. Çünkü biz çocukluğumuzdan beri devleti baba gördük onun koruyucu
kollarında yaşamımızı sürdürdük. Baba ne demişse doğrudur anlayışını ilke
edindik.
Evde
oturmak elbette ki sıkıyor bizleri. Ruhsal sıkıyor, bedensel sıkıyor ama
yapılacak başka bir şey yok. Bizler hem kendimizi hem de etrafımızdaki
insanları koruma sorumluluğunu taşıyoruz. Çünkü şakası yok bu işin. “Bana bir
şey olmaz,” mantığı salgının uzamasına neden olmakta ve bizlerin daha çok
evlerimizde kalmamıza neden olmaktadır.
Bizler tek
parti dönemini yaşamış insanlarız. Bizler, İkinci Dünya Savaşı’nı tatmış
nesiliz. Bizler zaman zaman demokrasinin rafa kaldırıldığı dönemleri de bilen
kişileriz. Emeğin kutsallığını bizler biliriz. Tamamen insan gücüne dayalı
üretimin zorluklarını da tadan nesiliz.
Biz, doğa
ile iç içe yaşamış, onun acımasızlığını biliyoruz. Depremleri, selleri yaşayan
kuşağız.
Çiçek
hastalığını, sıtma hastalığını, kuş gribi, domuz gribi, hatta kolera
hastalıklarını tadan topluluğuz. Onun için bizim 65 yaş üstü insanlar, bu işin
şakası olmadığını bildiği için kurallara uymaktadırlar.
Pazar günü
dört saatlik dışarı çıkma iznini umarım en güzel biçimde değerlendiririz. Sorun
yaratmayız.
Aslında bu
bir terbiye işidir. Eğer gemisini kurtaran kaptandır dersek, emin olun ki su
testisi suyolunda kırılır. Bir gün gelir kendi gemini kurtaramadığın gibi
gemideki insanları da batırırız ki yazık olur topluma, yazık olur insanlığa.
Birkaç
haftadır sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. 31 ilimizde uygulanan bu uygulama
özünde geç kalınmış bir uygulamadır. Bakıyoruz büyük para cezalarına karşın
insanlar sokaklarda dolaşıyor. Uzaklık kuralına uymuyor. Maske takmıyor.
Anladım da bu davranışıyla neyi kanıtlamak istiyor bu insanlar?
Sokağa
çıkma yasağı önceden bildirilmesine karşın, son gün marketlerin, manavların,
kasapların önü insan kaynıyor. Düzene uyan olmadığı gibi maske takmadan
insanların ağzına sokulanlar çok. Gerçekten bakıp da şaşmamak mümkün değil.
Bir türlü
toplu yaşamayı öğrenemedik. “Benden sonra tufan,” diye sözümüz, bizim şu andaki
insanlarımıza uymaktadır. Sokakta insanlarımızın birbirine saygısı yok. Ben
gezeyim, benim karnım doysun, ben para kazanayım diye düşünen bencil insanların
varlığını bu salgın hastalıkta görüyor ve yaşıyoruz. İki gün evde kalacak diye
bir çuval dolusu ekmek sırtlanan insanlarımızı görüyor ve onlara hem gülüyor
hem de acıyoruz. Fırınlar açık, stokta unumuz da var peki bu telaş ne, bu
yağmacılık niçin?
Özellikle
Büyük Şehir belediyeleri, bu salgın hastalık karşısında olumlu bir sınavdan
geçtiler, geçiyorlar. Kendilerini bir vatandaş olarak kutluyorum. Toplumda
panik yaratmadan yardıma koşuyorlar, topluma güven aşılıyorlar.
Bu oluşum, kurumlar
açısında olumlu bir yaklaşım. Devlet de boş durmuyor, tüm olanaklarını
insanların hizmetine sunuyor ki bu devletin babalık görevidir.
“Ölü rahmet
bulsun de kimden bulursa bulsun” güzel bir sözümüz var. Yardım hangi
belediyeden, hangi kişiden gelirse gelsin yeter ki vatandaşa yardım ulaşsın.
Ben belediyelerle hükümet arasında sürtüşmeye gerçekten anlam veremiyorum,
ayıplıyorum da.
“Keçi can
derdinde kasap yağ derdinde,” Şu andaki sürtüşmenin temelinde yatan siyaset
galiba. Hiç olmazsa bu olağanüstü dönemde bırakın siyasi dalaşmayı da aç,
susuz, evsiz-barksız insanların yardımına koşun. Unutmayın ki toplum sizi
ayıplıyor.
Sorun aynı
fikirde olup anlaşmak değil, sorun farklı fikirlerde olup birbirine saygı
duymaktır. İşte böyle davranabilenler uygar insandır.