Sokrates diyor ki “Mutlu bir ömür sürmenin yolu, erdemli
olmaktan geçer.” Kişisel istekleri, gelip geçici olarak tanımlamamış ünlü
düşünür. Çünkü yaşamı uzun ömürlü ve erdemli olarak planlamak gelecek açısından
önem taşıyor.
Plansız, programsız günlük hesaplarla ve çıkarlarla devleti
yönetmeye kalkışırsak sonuç son yirmi günde yaşadıklarımızı yaşamaya devam
ederiz.
Karadeniz’deki sel felaketleri, Akdeniz ve Ege’deki orman
yangınları çok ciddi mal ve can kayıplarına neden oldu. Elbette ki bu
felaketler birer sonuçtur. Ama nedenlerini söylemezsek ve araştırmazsak insani
görevimizi yapmamış oluruz.
Doğa kendi yasalarını kendi koyar ve müdahale edilmesinden
hiç hoşlanmaz. Karadeniz’de Ege’de, kısaca Anadolu’da yerleşim alanlarını hiçe
sayar ve tamamen ranta çevirirsek sonuç olumsuz olur. Doğanın asırlardır
işleyiş biçimine dokunursak dereler taşar, evler yıkılır, mal ve can kaybı
kaçınılmaz olur. Trabzon’un Maçka kazasında derenin içine yerleştirilen devlet
binası, Artvin ilinde Çoruh kıyısına yerleştirilen üniversite kampusunun
geleceklerini iyimser görmek mümkün mü?
Arsa maliyetini düşürmek veya arsa sahibini kayırmak için
yapılan plansız yatırımlar, bugün olduğu gibi yarın da o yerleşim alanlarına ve
orada yaşayan insanlara zarar verecektir.
İnsanımız erdemli yaşamını sürdürmek köyüne, çevresine
gelecek zararları önlemek için yapılan haksızlıklarla savaşıyor. Orantısız
güçle karşılaşıyor ama verilecek zararı görerek direniyor. Yapılan elektrik santrallerine, maden arama sahalarına,
taşocağı yataklarına karşı direniyorlar;
ama devlet bu insanların sesini duymaktan çok uzakta kalıyor. Bir tarafta
korkunç yangınlar, diğer tarafta devasa seller... Bunun yanında korkunç
kuraklık… Elbette ki bu yaşananlar küreseldir;ama bunlara karşı önlem almak ise
devletin görevidir. Devletin doğa karşısındaki görevi, önceden riskleri azaltmaktır. Ama dere
kıyısına ormandan kestirdiğin ağaçları depolarsan bir de bakmışsın ki sel alıp
götürmüş.
Bugüne kadar yığınla yanlışlar yapıldı. Küresel ekonomi
diye başlayan güzel cümlelerle devletin ekonomisini azalttık. Devlete ve halka
ait tüm değerleri özelleştirdik. Yıllarca elde edilen kazanımları sattık veya
kullanılamaz duruma getirdik. Bu yaklaşımla tüketici ile devlet arasındaki bağı
kopardık. Bu başarısızlıkları bir plan dâhilinde biz hazırladık. Gördük ki sistem
işlemiyor. Devletin zayıflatılmasının, yok sayılmasının faturası ne yazık ki
ulusa çıkıyor. Ama bizim geleneğimizde devlet bir güçtür. Halkını koruyan,
kollayan bir örgüttür. Toplum, üretimde, paylaşımda ve tüketimde devleti
yanında görmek istiyor ne yazık ki halkımız aradığı devleti bulamıyor.
Devlet zayıflatılırsa belirsizlik gündeme gelir. İşte
canımız yanarak izlediğimiz Afganistan’ın durumu. Canlarını kurtarmak için
insanlar belirsizliğe koşuyor. Satılmış, başkalarına güvenerek kurulan emanet
hükümetler halkının yanında olamadı. O insanlara destek veren dış güçler
çıkarları bitince çekip gittiler. Yazık değil mi o insanlara? Evlerini,
yurtlarını, mallarını bırakarak canlarını kurtarmak için dökülmüşler yollara. İşte
devlet, çökerse kurumlar da çöker. Kurumlar çökerse ahlak çöker. O zaman kimin
eli kimin cebinde olacağı bilinmez. Bilmem doğadan ve emperyalizmin yaklaşımında
ders alıyor muyuz veya alacak mıyız?