SON DAKİKA
SON DAKİKA


Tarih tekerrür eder
27.03.2022

Kapitalizm akbabalar gibidir. Nerede yutacak bir şey bulursa veya sezerse oraya konar. Tarihin akışına baktığımız zaman bu oluşumu her zaman görmek mümkündür. Ekonomik ve askeri üstünlük, Doğu’dan Batı’ya geçince 16. Yüzyıldan sonra ülkemizin dirliği bozulmaya başladı. Doğal olarak güçlünün karşısında günden güne hem fakirleştik, hem de toprak yönünden küçüldük.

                Osmanlı İmparatorluğu, imparatorluk unvanını yitirmiş ve Osmanlı Devleti adıyla anılmaya başlanmıştı. 19 yüzyılın başından beri ise bize yeni bir ad yakıştırılmıştı ,”Hasta Adam”.Akbabalar, bu hasta adamın mirasına konmak için kollarını sıvamışlardı. Ortadoğu’yu ele geçirmek, zengin petrol yataklarını işletmek için siyasi oyunlar oynuyorlardı.

                Tanzimat Fermanı ile toplumsal değişime giriş yaptık. Islahat Fermanı ile kapılarımızı ekonomik ve idari yönden Batı’ya açtık. Türkiye pazarlarına akın eden Batı sermayedarları, devlete borç vermek için yarışa girdiler. Bu girişim, eskiden beri gelen devlet anlayışımıza ters düşüyordu. Borç almak vakarımıza, haysiyetimize ters düşüyordu. Ama para sıkıntısı çeken yönetim için, sermayedarlar ve aracılar için son derece kârlı ülke olmuştu..

Alınan kredileri incelediğimizde, paranın 1/5 üretim gideri olarak görülmektedir. Paranın faiz oranları çok yüksektir. Borç veren ülkelere; mali, ekonomik, hukuksal yönden birtakım kolaylıklar sağlanmıştır. Bir yere kadar ödemeler yapılmış ama alınan borç paralar üretime dönüştürülmediği için ülke yönetimi borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir. Devam eden kapitülasyonların yanına bir de “Düyunu Umumiye” denilen kuruluş eklendi.

                Ganimetler bitmişti. Ama saray eski şatafatını devam ettiriyordu. Alınan borçların 6/5 tüketime gidince borçlar çığ gibi artıyordu. Elbette ki alacaklı ülkeler, alacaklarını kurdukları veya kurdurdukları Düyunu Umumiye gibi aracılarla alıyorlardı. Bu kuruluş, Avrupalı alacaklılar ve yatırımcılar adına devlet gelirlerini toplayıp onlara aktarıyordu.

                Tütün ve tuz tekeli iyi bir gelir sağlıyordu. Onun için bu iki gelirin işletmesi de yine yabancıların kontrolüne verilmişti. Tütün üretimi ve satışı önceleri serbestti. Devlet, vergisini alıyordu. Ama bu karlı üretimi de alacaklılar kontrol altına almışlardı. “Reji” denilen kuruluş, üreticiye göz açtırmıyordu. Bu yaklaşım, kaçak tütün ticaretini körükledi. Kaçakçılığı önlemek için devlet, Reji idaresini görevlendirmişti. Bu kuruluş, bir nevi jandarma görevi görüyor, üretici yarım kilo tütün saklasa ve anlaşıldığında üreticiyi alnından vuruyorlardı.

Demiryolları ayrı bir olay olmuştu. İngilizler, Fransızlar ve Almanlar ülkemizdeki ham maddeyi ülkelerine taşımak için Anadolu’nun içerilerine kadar demir yolu yapmışlardı. Demiryolları tarihi, Türkiye’nin emperyalist devletler tarafından parçalanıp yok edilme çabalarının tarihidir. Elbette ki kapalı ve durgun tarım ekonomisini canlandırmak ve ticari girişimciliği geliştirmek açısından yararlı olmuştur. Ülkede asayişi sağlamak ve asker naklini kolaylaştırmak için de önemi büyüktür. Ancak yarı sömürge düzeni durumunda olan ülkemizde demiryollarından en çok yararlanan da yine yabancılar olmuştur.

                Peki, Atatürk’ten sonra gelen devlet yöneticileri, ülke ekonomisinde, yönetiminde eskiden farklı girişimlerde bulundular mı? 19. yüzyıl ile 21. Yüzyıl arasında ne fark oluştu.? Yine borç alıyoruz, yine dışa bağımlıyız. Yine borç aldığımız paraları üretime değil de betona savuruyoruz. Yine dışarıdan tarım, sanayi ürünleri alıyoruz. Yine köylümüz, küçük esnafımız perişandır.

                Yine kazanan içteki büyük sermaye sahipleri ve dıştaki emperyalist ülkelerdir. Yalan mı?

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap