Yeşil ile mavinin buluşma noktası olan Trabzon’umuzun
duygularını en iyi anlatan, yüksek rakımların ve eşsiz doğasıyla yaylalarımızı
vazgeçilmez kılan kemençe, önce ustaların ellerinde hepimizin bildiği şeklini
alıyor.
Ahşap misinayla buluşmadan önce milim milim, santim santim
işleniyor. Ustalar, kemençenin yapımında sabrın en büyük örneğini gösteriyor.
Sonrası kemençeyi çalana da dinleyen de yerinde duramıyor.
Kemençenin yapımında en dikkat edilmesi gereken nokta seçtiğiniz
ağaç…
Bütün meyve ağaçlarından oluyor fakat kemençeyi kemençe
yapan ağaç dut ağacıymış. Diğer ağaçlardan her ne kadar olsa da en rahat dut
ağacıyla çalışıyor ustalar.
Her işin kendine ait ilmi var.
Kemençede benim gördüğüm ilk ilim bu ağaç meselesi oldu.
Oyulup hepimizce bilinen şeklini alan kemençe, çelik teller takıldıktan sonra
tamamlanıyor.
Araştırmacı yazar Mehmet Bilgin'in Doğu Karadeniz Etnik
Tarihi Üzerine adlı yazdığı kitapta, Karadeniz kemençesinin Kıpçak Türkleri'ne
ait bir çalgı olduğunu, Gagavuz Türkleri 'nin de bu çalgıya kumança ve oyununun
adına da Horon dediklerini yazmıştır.
Kemençe müzik aleti tarih boyunca Türklerin vazgeçilmez
enstrümanı olduğunu görüyoruz. Fakat Karadeniz bölgesinde sıkça kullanılan
kemençe, Trabzon merkezli diğer bölge illerini yayılmış, sadece bölgeyle de
kalmayıp, Türkiye’de önemli enstrümanlar arasına adını altın harflerle
yazdırmıştır.
Bugün kemençe ustalarının isyan ettiği bir durum şu ki; (çok
da haksız sayılmazlar) ülkemizde hala kemençenin konservatuarda ders olarak
verilmemesi… Halbuki bu denli sevilen ve sahiplenilen enstrüman nede genç
nesillere öğretilmez. Tamam halk eğitim merkezlerinde her ne kadar dersi
verilse de yeterli kalmıyor.
Bizim kültürümüzün önemli sac ayaklarından biri değil mi
kemençe?
Umarım bir an önce üniversitelerde dersi verilmeye başlanır
da bu kültür hiç ölmez.