SON DAKİKA
SON DAKİKA


Sonbahar,Hüzün ve Deniz
12.09.2019

Bugün 12 Eylül! Hüznümüzün ve demokrasimizin acı günü olarak yazıldı tarihimize. Demokrasimizi askıya alan 12 Eylül askeri darbesinin Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre bilançosunun birkaç verisi 650.000 gözaltı, 1.683.000 fişlenen, 210.000 açılan dava, gazetecilere istenilen hapis cezası 4.000 yıl, basın özgürlüğünü kısıtlayan yasa sayısı 151, vb. şeklinde uzamakta. Darbeyi yapanlar yıllar sonra cezalar almasına rağmen Eylül’ün sızısı 39 yıl geçse bile yüreklerimizin bir köşesinde durur.

“Hüznün kollarına düştüğünü görmedik öfkeyse hiç terk etmedi seni, nereye yağacağını bilirdin ve sen bizimleyken tebessüm hiç eksilmedi gözlerinden”

Gazete ve basın özgürlüğünden bahsederken yine ve yeni hüzün düştü yüreğimize. Üniversite yıllarımızın gazetecisi olarak aklımızda olan Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu’nu kaybetmenin hüznü.

Barışla başlar sonbaharın ilk günü. Ne anlamlıdır barış içinde kardeşçe yaşamak ve bunla başlamak güne ve mevsime. Karadeniz’imizin barış denizi olarak yarınlara dalgalanması, Karadeniz’in etrafına dizilen tüm ülkeler ve halkların kardeşçe yaşaması, Varna’daki dalganın Fındıklı sahiline vurması, balıkların Kiev’den çıkarak sahillerimizi ziyaret edip Marmara’ya varması.

Evet, Eylül ayı hüzün ayı. Bizim denizimiz için bereket yüklü ve sofralarımızın bol balıkla buluşmasıdır aynı zamanda. Denize açılıp ‘vira hellesa’ dediğimiz ilk günüdür. Yoksul halkımızın protein olarak kırmızı eti sadece raflarda gördüğü ülkemizde denizin vermiş olduğu nimetlerden faydalanmanın başlangıcıdır Eylül.

Uzun dönemdir Mezgit, istavrit, barbun, palamut ve hamsinin bizlerle buluşmasının başlangıcıdır Eylül. Uzun dönemdir hamsi de küs mezgit de. Sahili ve denizi evi olarak gören yaşlılarımıza sorduğumuzda Eylül’ün hüznü, denizin hüznünü anlatmaya başlıyorlar. Nerede o eski hamsinin sahile vurması, bolluk bereket diye başlanıyor sözcüklere. En son dolgu olarak inşa edilen sahil yolu (açık cezaevi duvarı) sonucunda Karadeniz halkının denizle bağı yavaş yavaş koparılmış oldu. O iskele başlarında engin denizin dalgasını seyretmek, oltamızı sallayıp balıklarla buluşmamız sadece nostalji olarak kaldı hafızalarımızda.

“Bir esnaf arkadaşımız başkentten tedarikçisi geldiğinde ‘’çay içer misin?’’ diye sormuş. Tedarikçisi; ‘’çay memleketine geldik bir çay içelim’’ der. Bizim esnafımız telefona sarılıp Hüseyin dükkâna iki çay diye seslenirken tedarikçi hayretler içinde şaşkın bir şekilde sanki donmuş vaziyette kalır. Esnaf arkadaş bu kadar şaşkınlığa anlam veremez ve sorar: Cevap; denizin kenarında yaşıyorsunuz ben de denize nazır bir çay içeriz diye düşünmüştüm hiç anlam veremedim buraya çay istemene ve şaştım der.” İşte halimizin özeti. Denizde denizden yoksun yaşamak ve ruhumuzun da hızlı yaşlanması.

Sahil yolunun ulaşımı daha hızlı ve konforlu olmasını sağladığını düşünsek bile ellerimizden aldıkları ne olacak. Ulaşım kelimesi sadece karayolu olarak algılatılmaya çalışıldı halkımıza. Çocukluğumuzda kaldı Hopa’dan İstanbul’a vapurla gidişler. Denizden koparılan bir kent veya kentler. Karadeniz sahil yolunun denizimizin dağımızla buluşmasının önüne bir duvar çekilmesini sağladı. Bizim denizimizin dalgasını dağımızın heybeti ile buluşmasını engelledi. Samsun’dan Sarp Sınır Kapısı’na kadar bir duvar gibi duran o sahil yolu kentlerimizin açık cezaevi olarak kalmasının önünü açtı.

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap