Merhaba sevgili okurlar. 2016 yılında kurulan Türkiye Varlık
Fonu (TVF), ülke için kimine göre faydalı kimine göre tam bir kapalı kutu. TVF
kendini şöyle tanımlıyor: “TVF, varlığa dayalı kalkınma fonudur ve değer
yaratımına odaklanmıştır. Portföyündeki kuruluşların büyüme hedeflerine katkı
sağlar.” Tanımdaki son cümle biraz eğreti olsa da teorik olarak iç tutarlılığı
olan bir tanımlama. “Portföyündeki
kuruluşların büyüme hedeflerine katkı sağlar” cümlesi bize komik gelebilir.
Bölge olarak çay bizim için büyük bir nimet ve TVF’nin bünyesinde olan ÇAYKUR’un büyümesine bakarsak bu kalkınma
olarak değil borç olarak büyümeye gitmektedir. Herkes soruyor, TVF’ye
devredilene kadar kar eden bir kurum ne oldu da borç batağına düştü? Ne oldu da
şu günlerde günlük çay kotasını 18 kilograma kadar düşürüp emekçiyi özele
mahkum etti? Yahu hiç günde 18 kilogram çay kotası ile ton ton çay üreten çay
üreticisinin çayı biter mi? Mantık bunun neresinde?
Bu son günlerde Türkiye’de altyapısı en güçlü ve en büyük
firmalardan biri olan Turkcell de TVF’ye devredildi. Turkcell’in güçlü yapısı
TVF’yi ayağa kaldırır diyecektik ki TVF, Turkcell’i bünyesine kattığı gibi
hisselerin yaklaşık yüzde 25’lik bir kısmını Rus bir şirkete devrettiği ileri
sürüldü. Bu şirketin akıbetinin de
Çaykur’a benzeyip benzemeyeceğini zaman gösterecek.
Mantıken bana göre
Varlık Fonu, batmak üzere olan şirketleri alıp, onları batmaktan kurtarmalı ve
milli sermayeye katkı sunmalı. Yani asıl varlık budur. Yoksa varlığı yerinde
olan şirketleri alıp, onları borç batağına sürüklemek varlık değildir. Görünen
tabloda tezatlık var. Varlıklı şirketler zaten devlet desteği olmadan varlıklı
hale gelmiş, bırak yollarına devam etsinler. Sen devlet desteği olmadan ayakta
duramayacak olan milli sermayelerimizi kurtar. Onlara can simidi ol. Yerli ve
milli ekonomi anlayışı bunun gerektirir. Gidişata baktığımda ‘Yokluğun varlıktı’
demekten kendimi alamıyorum.
***
Damarlardaki kan
asilse…
Ayasofya Camii'nde kılınan ilk namazda verdiği hutbede
"Vakıf malı, dokunulmazdır. Dokunanı yakar. Vakfedenin şartı
vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar" sözleriyle Atatürk'ü kasttettiği
öne sürülüp tepki çeken Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, sözlerine açıklık
getirmiş ve demiş ki, “Atatürk 82 sene önce vefat etti. Vefat eden insanlara
dua edilir, beddua değil. Geçen geçmiştir. Biz geçmişe takılmadan geleceğe
bakmalıyız. Kaldı ki Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesi hususunda Atatürk'ün
dahlinin olup olmadığı da tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur.” Keşke hiç
açıklık getirmeseydiniz Sayın Erbaş. Bu
açıklama da hutbedeki cümleleriniz kadar muallakta, manasız ve ironiktir.
Bugün namaz kılabildiğimiz, hutbe verebildiğiniz ülkeyi bize armağan edenlere
iki dua etmek, adlarını anmak, Atatürk demek çok mu zordu? Ya da zorunuza giden
ne?
Şartlar değişiyor,
konjonktür değişiyor. Bir kahraman çıkar ‘Ya istiklal ya ölüm’ der ülke armağan
eder. Bir lider çıkar ‘one minute’ der zulme karşı gelir. Mesele vatansa ve
damarlardaki kan asilse refleks kişiye göre değişmez, sabittir ama dediğim gibi
damarlardaki kan asilse…