“Rusya'ya, Ukrayna'yı işgaliyle birlikte tüm dünyadan
yaptırım yağmaya devam ediyor. Dünya çapındaki birçok büyük şirket ülkeden
çekilirken hükümetler de ağır ekonomik tedbirlerle Rusya'yı çökertmeye ve
durdurmaya çalışıyor.”
En ağırı; “Facebook ve Instagram, nefret söylemi
politikasında geçici bir değişiklik yapıyor ve Putin'in ölümünü isteyen ve
Ukraynalı sivillere uygulanan şiddeti belirten gönderilere izin veriyor.”
Yaptırımlar ne kadar başarılı olur bilinmez ama Rusya’nın ve
Putin’in tarihin hafızasında Hitler’den sonra en fazla nefret söylemleriyle
anılacağı ortada. Barış ortamı sağlansa dahi bu nefret söylemlerinin dünyada
yarattığı algı Rusya’yı yıllarca yargılayacak, savaşa onay vermeyen Ruslar bile
katil suçlamasına maruz kalacaklardır.
Dolayısıyla bizlerinde sosyal ve siyasal alanlarda
kullandığımız nefret dilinin yaratacağı tahribatı ve de ülkemizde yaratacağı
ayrıştırmayı bilmesi gerekiyor.
Son zamanlarda sosyal medyanın ve siyasetçilerin kendilerini
ifade etme şekillerinde hep bir nefret söylemi var.
Siyasetçilerin küfürlü konuşmalarına tanık oluyorduk da, bu
denli nefret dili kullanmaları kabul edilir bir şey değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, yurtdışına gitmek zorunda kalan
veya özel sektöre geçen hekimler için "Gidiyorlarsa gitsinler"
şeklindeki sözleri toplumda, özellikle hekimlerimizde derin yaralar açtığı
gibi,
İYİ Parti Genel
Başkanı Meral Akşener’in, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde, sözde kadınları
yüceltme adına erkeklere, “kereste adamlar” diye hitap etmesi de, ayrıştırma ve
cinsiyetçi dil olarak topluma kötü mesajlar içeriyordu.
Tıpkı şarkıcı Yıldız Tilbe'nin “Saldıran hayvanlar
katledilsin…” söylemindeki şiddet dili gibi.
Maalesef hepsinin dilinde, karşı taraf hedef gösteriliyor.
Hepsi şiddet, ayırımcılık ve cinsiyetçilik içeriyor.
Bu konuşma şekli, kişi ya da gruba karşı önyargı oluşmasına,
hedefin düşmanlaştırılmasına ve nefret duygularının büyümesine sebep olurken,
toplumun omuzlarına da ağır yükler bindiriyor.
Öyle ki, bu düşmanlıklar, karşıdakine zarar verecek noktaya
hatta fiziksel şiddete kadar da gidebiliyor.
Ülkemizde ki derin ayrışmalar ve fikri çatışmalar bu
söylemler neticesinde ortaya çıkıyor. Toplumun ortak değerleri yine bu tür
söylemlerin açtığı yaralarla zarar görüyor.
Nefret duygusunun hâkim olduğu toplumlarda bir arada yaşama,
eşitlik ve farklılıklara saygı duyma kültüründen söz edilemez.
Siyasi partilerin ve medyanın kendilerini var etme
biçimlerinden birisi olarak kullandıkları nefret söylemlerinin o alanda sınırlı
kalmayacağını, toplum duygusuna yerleştiğini, toplumu böldüğünü, tamiri zor
sonuçlar doğuracağını bilmeleri gerekir.
Son yıllarda ülkemizde şiddet olaylarının artarak devam
ettiğini de dikkate alırsak, toplum önderlerinin daha özenli dil kullanması
sorumluluklarının bir gereği olmalıdır.
“Diliniz düşüncenizden önce hareket etmesin.”