Bugün kapitalist sistem Çin’den Afrika’ya kadar, her
zamankinden daha çok ilerleme kaydediyor.
Ekonomik krizler, siyasi çalkantılar, ani gelişen toplumsal
felaketler ve sefalet hali zaten kapitalizmin işleyişinin bir parçası değil mi?
Sistem genelde, böyle krizler üzerinden kendini onarır ve büyütür.
Yaşadığımız “salgın süreci” bize, küresel sermayenin,
teknolojiyi ve bilimi nasıl kullandığını, güçlerinin bir parçası olarak dünyaya
nasıl pazarladığını gösteriyor.
Dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri olarak
gösterilen Çin bile bu sistemin aracı… Sistem büyüttüğü Çin’den faydalandığı gibi, verdiğini alıyor.
Komünist Parti Çin’de iktidara geldiğinde Çin’in, ne ticaret
ortakları, ne de diplomatik ilişkileri olduğunu, kısa zaman içinde, bir dizi
reformlar yaparak dış ticaretle yatırım akışını hızlandırıp, büyük bir pazar
haline geldiğini biliyoruz.
Çin Devrimi'nin lideri Mao Zedung, "Büyük İleri
Atılım" adı altında başlattığı proje ile ülkenin köylülüğe dayanan
ekonomisini hızla sanayileştirmeye çalışmış, bu yanlış girişim neticesinde
de,(1959-61 yılları arasında) milyonlarca Çinli açlıktan ölmüştü.
Mao başlattığı “Kültür Devrimi” ile kapitalist ve geleneksel
unsurlardan arındırmayı amaçlamış ama başarılı olamamıştı.
Ve işte kapitalist proje; Mao'nun ölümünden sonra 1979'da,
ABD ile Çin arasında diplomatik ilişkiler yeniden kurularak ülke yabancı
yatırımlara açılıyor. Ucuz işgücünün sağladığı avantajları kullanmak amacıyla
batı yatırımcılar Çin'e para akıtmaya başlıyor.
1990'lardan itibaren “dünyanın atölyesi” haline gelen Çin,
hızlı büyürken, 2001'de Dünya Ticaret Örgütü'ne katılıyor.
Mao’nun Çin’i, şimdi nerde?
Çin’de bugün bir yanda, büyük varlık sahibi insanlar var.
Öte yanda yoksul köylü, kalifiye olmayan ve yaşlanan bir işgücü var. Bu hızlı
büyüme toplumda sadece zenginlik yaratmamış, eşitsizlik ve makineleşmiş bir
toplum ortaya çıkarmış. Kapitalizmi yerel kültürle harmanlayan Çin, tam
anlamıyla küresel pazara entegre olmuş vaziyette… Zaman zaman ideolojik
sarsıntılar yaşayan ülke, bu haliyle hiç de istikrarlı değil.
Bu bize bir kez daha gösteriyor ki, dünya düzenini (kar
üzerine işleyen) küresel sermaye belirliyor. Öyle ki, bütün ideolojiler
kapitalist sistemin çarkları içinde dağılıp yok oluyor.
Kapitalist sistemin taktikleri hep aynı; amacına ulaşmak
için belirsiz ekonomik zemin yaratmak, geleneksel yaşamı yozlaştırıp
aynılaştırmak, dayanışma ve özgün kalma gibi değerleri yok etmek.
Sistem toplumun bütün kesimini içine alırken, dünyayı ve
insanları paraya hizmet eder hale getiriyor. Bu çark sekteye uğradığında ise,
ülkeler büyük sosyal patlamalar ve ekonomik depremler yaşıyor.
“Kapitalizm sadece bir piyasa ekonomisi değil, aynı zamanda
bir siyasi ekonomi...”
Sisteme en büyük destek, siyasi kurumlardan ve yönetimlerden
geliyor.
Çünkü “Politik iktidar-lar ile sermaye sınıfı, tarihin her döneminde menfaatleri ölçüsünde
birbirilerinden yararlanmışlardır.”
Bugün para sisteminin planlayıcısı otoriter kapitalizm,
bütün virüslerden daha tehlikeli ve hızlı yayılıyor.Bu otoriteye boyun
eğildiği, siyasi, sosyal ve ekonomik destek verildiği müddetçe, kapitalizm
(çeşitli araçlarla) dünya nüfusunu tehdit etmeye, üstün sınıf yaratarak gelir
eşitsizliğini ve adaletsizliği artırmaya ve de yoksulluğu derinleştirmeye devam
edecektir.
Sonuç olarak; aşı bizi virüsten koruyacak da, “büyük balığın
küçük balığı yuttuğu” kapitalist sistemden ve oyunlarından nasıl korunacağız
acaba?