“Yaşamda tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek
kuşakların şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakla bulunabilir. Bir insan
böyle hareket ederken, ‘benden sonra gelecek acaba böyle bir ruhla çalıştığımı
fark edecek mi?’ diye bile düşünmemelidir.”
Atatürk’ün bu söylemi; ülkesini karşılıksız seven,
ülkesi için hayaller kuran ve ÜLKÜSÜ olanlara… İdeallerini gerçekleştirmek için
yaptığı fedakarlıkların hesabını tutmayan ve tökezleyince de pişmanlık duygusu
taşımayanlara.
80 döneminin idealist gençlerinden
bahsetiyorum…
İnsan düşünerek var olur ve üretir. Bu dönemin gençleri
tıpkı Atatürk gibi soylu fikirler üretti.
Ülküleri ve ülke sevdaları o kadar büyüktü ki, ülke
düşmanlarını, hain planlar yapmaya sevkedecek kadar korkuttu…
Ne yazık ki, bu kadar asil bir mücadelenin ve duygunun
sahipleri bugün bir pişmanlık sarmalında… Kendilerini ait hissetmedikleri
siyasi mecralardan bile medet umar vaziyetteler.
Büyük anlamlar yükleyerek büyüttükleri ülkülerini yok
sayma noktasına kadar gelmekteler.
Kendi topraklarını yeniden yeşertmek yerine, kazanç elde
etmek adına, başkalarının topraklarında ötelenmeye bile razı gelenler var.
Sık sık dün yaşananlardan şikayet
edenler… İnandıklarının ve mücadelelerinin omuzlarına hep bir pişmanlık
yükleyenler bilmelidirler ki asıl pişmanlık dün yok sayılınca,
vazgeçince, fikir ve vicdanlar susunca yaşanacaktır.
Yine kolayı seçenlerdeniz…
Yürüyemediğimiz yolların isyanını yaşıyoruz da, neden
yürüyemediğimizi sorgulamıyoruz.
Dostluklarımızın bitişine üzülüyoruz da, bitişi
hazırlayan olayları görmezden geliyoruz.
Seksen darbesi kadar bugün asıl konuşulması gereken şey,
pişmanlıkların hangi zeminde dillendirildiği ve kime hizmet ettiğidir.
Halbuki ülkücüler, “hem dün hem bugün, ülkü edindiğim ne
varsa, hepsi için verdiğim mücadeleden dolayı hiç pişman olmadım. Pişmanlık
duymamamın nedeni, mücadelemi somut kişiler için değil, ülkem, ilkelerim ve
insani değerler için yaptığımdandır” diye düşünebilenlerden olmalıydı.
Siyasetin bencil ve maddeci dünyasında dününü yok sayarak
ümidini ve kimliğini kaybeden, siyaseti, ideallerinin aracı olarak değil de,
temeli olarak gören, bulunduğu ortama göre düşünce geliştiren ve de
değişime uğrayan kişiden ülkücü olur mu?
Platon’a göre “insan düşünceler dünyasına bağlıdır.”
Düşünceleriniz ve niyetiniz bozulmuşsa siz, siz değilsiniz artık! Bu vakitten
sonra kim olduğunuzun da bir önemi yok. Hepsi hepsi bir partinin üyesi…
Sonuç olarak; ülkü, ülkenizle ilgili hayallerinizin
ve düşüncelerinizin somutlaşması ve ete kemiğe bürünmesidir.
İdealleriniz bulunduğunuz siyasi zeminlere göre şekil
değiştirmemeli. Onlar zorlu bir mücadelenin eseridir çünkü. Hedefi bellidir…
Ezeli ve ebedi, dayandığı bir gerçekliği vardır.
Uzun bir yol gittikten sonra ideallerinizin ve
düşüncelerinizin size getirdiği bir pişmanlık varsa ve sık sık geçmişte
yaşadıklarınızı ve mağduriyetinizi “kandırıldık şeklinde”
sorguluyorsanız, o büyük ülkünüzle bağınız çoktan kopmuş demektir.
Mevcut durumunuz ideallerinizle olan bağınızı koparmış
ve siyasi bir partiyi ülkünüz haline getirmişse, asıl pişmanlığınızı
orada yaşayacaksınız demektir.
Yüreğiniz soylu, ülkünüz yüksek olsun.