Prof. Dr. İbrahim Bakırtaş yine çok anlamlı, belki de
birçoğunuzun ilk kez okuyacağı tarihi bir olayı bizlerle paylaşınca bana da
düşen görev bunu sizlerle paylaşmak oldu.
Bir İngiliz
binbaşı...
Ve Mustafa Kemal.
Çünkü çok anlamlı.
Olayı Emekli Hava
Albay Kemal İntepe, hatıralarında anlatıyor.
Uzun, belki zamanımızı alacak ama tarihe ışık tutan
böylesine önemli bir anıyı okumak ve gelecek nesillere taşımak görevimiz olsa
gerek...
***
1941 yılında İngiltere’ye uçuş eğitimi için gitmiştik.
Londra’ya vardığımızda, yaşlı bir İngiliz hava binbaşısı, irtibat subayı olarak
görevlendirilmişti.
Adı Mr. Salter olan bu subay Türkçeyi bizlerden daha iyi
konuşuyordu. Mr. Salter’i birkaç defa eşi ile birlikte ikindi çayına davet
ettim. O da beni akşam yemeklerine evine çağırıyordu. Emekli Binbaşı Salter bir
akşam bana şunları anlattı:
“1919 yılında Piyade Binbaşı Salter olarak Samsun’daki
İngiliz İşgal Tabur Komutanı idim. 18 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul’daki
İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’ndan şifreli bir telsiz telgrafı aldım. Bu
telgraf, ‘16 Mayıs 1919 tarihinde,
Mustafa Kemal adında bir Türk generalinin, Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan
ayrıldığını, eğer Samsun’a inecek olursa tutuklanarak İstanbul’a
gönderilmesini’ istemekteydi.
Gerekli emirleri verdikten sonra Samsun’a indim. Şehir her
zamankinden daha kalabalıktı. Bu kalabalık pazar kalabalığından farklı
görünüyordu. Siyah çizmeli, külot pantolonlu ve siyah kalpaklı, sert bakışlı
kimselerin çokluğu dikkatimi çekti. Sonradan bunların Türk subayları olduğunu
öğrendim. Durum çok nazikti. Dört gün önce Yunanlılar İzmir’i işgal etmişler, Türkler buna çok sert bir tepki
göstermişlerdi. Rum tercümanım çok korkuyordu. Bütün gece hiç uyuyamadım.”
“19 Mayıs günü sabah erkenden iskeleye gittim. Sabah
namazından çıkan herkes sahile inmişti. Kurtarıcılarını bekliyorlardı.
Askerlerimle çevreyi kordon altına aldım. Denizde, batı tarafında bir duman
göründü. Sahildeki kalabalık heyecanlıydı. Bir de baktım ki, her askerimin
arkasında siyah çizmeli, kara kalpaklı bir Türk subayı duruyor. Hepsinin
silahlı olduğu muhakkak. Vapur iyice göründü. Görevimi iskele üzerinde
yapamayacağımı düşünerek motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim. Mustafa Kemal Paşa’yı orada
tutuklayacaktım.
Vapura ilk varan benim motorum oldu. Beraberimde getirdiğim
iki erimi motorda bırakarak, tercümanımla birlikte vapurun iskelesine
tırmandım. Güvertede beni selamlayan iki tayfaya: ‘Vapurdaki generali görmek istiyorum’ dedim. Bir tanesi önümüze
düşerek bizi salonun kapısına kadar götürdü. Kapıdaki görevli, durumu içeriye
bildirdi ve geriye dönüp bizi salona aldı... Herkes ayakta idi...”
“Ortada, mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze gelince
ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verirken ağzımdan şu sözler
döküldü: ‘Taburum emrinizdedir!’
Bunu nasıl söylemiştim? Daha önce hiç böyle bir şeyi
aklımdan bile geçirmemiştim. Rum tercümanım şaşırdı, bir an durakladı. Ben
kendisine dönüp bakınca hemen toparlandı ve Türkçe olarak generale iletti.
Mustafa Kemal Paşa’nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi,
teşekkür etti ve beni de yanına alarak dışarıya çıktı. Sanıyorum, bakışlarından
etkilenip bir anda teslim olma kararı vermiştim.
Gözlerinin, inanılmaz bir etkileyici gücü vardı. Öteki
sandallar da vapura ulaşmışlar, çevreyi doldurmuşlardı. Mustafa Kemal Paşa,
gemiye çıkan birkaç kişiyle tokalaştıktan sonra, vapurdan benim motorumla
ayrıldık.
İskeleye vardığımızda muavinime, taburu safta toplayıp silah
çattırmasını ve hepsinin Türk makamlarına teslim olmasını emrettim. Biraz
durakladı, sonra asker selamı verip ayrıldı ve emrimi aynen yerine getirdi.
Taburu o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişiler teslim almıştı...
Bu yüzden, İngiltere’ye dönünce askeri mahkemede yargılandım.
‘Bir İngiliz subayı, nasıl olur da bir
Türk generalin emrine girer? Bu vatan hainliğidir!’ diyorlardı.”
Mr. Salter, olayın devamını şöyle anlatıyor: “Mustafa Kemal
Paşa benim yanıma, o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişilerden birini vererek
kendi makam otomobilimle ve kendi şoförümle birlikte, misafir edileceğimi
söyledikleri Ankara’ya gönderdi.
Taburumun tutuklu erlerinin de, Çorum, Çankırı ve
Kastamonu’da kurulan esir kamplarına yerleştirildiğini öğrendim.
Türklerin Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar Ankara’da,
Hacıbayram Camii’nin önündeki cadde üzerinde bulunan iki katlı ahşap evde
kaldım. Hizmetimi göreceğini söyledikleri, fakat aslında gardiyanım olan ve
sıksa suyumu çıkaracak kuvvetteki bir kadınla dört seneye yakın bu evde
oturdum. Savaşın sonunda imzalanan anlaşma gereğince ben ve taburum, Malta’daki
Türk esirlerle değiştirildik.
İngiltere’ye döner dönmez tutuklandım ve vatana ihanet
suçundan divanı harbe verildim. Hakkımda ağır hapis isteniyordu. Ben askeri
hapishanede tutuklu iken ziyaretime gelen ailem ve ebeveynim, savunmamı
yapabilmem için bana birçok gazete ve kitap getirmişlerdi.
Onlardan yararlanarak, kısa fakat öz bir savunma hazırladım.
Bana isnat edilen suç, taburumu hiç direnmeden teslim edişim idi. Savcı,
teslimiyetimin vatana ihanetle eşdeğerde bir suç olduğunu iddia ediyor ve en
ağır şekilde cezalandırılmamı istiyordu.
Yüksek Askeri Mahkeme’nin önüne çıktığımda savunmamı büyük
bir soğukkanlılıkla okudum ve şu cümlelerle bitirdim: Sayın hâkimler...
Başbakanımız Lloyd George, Avam Kamarası’nda şöyle bir soruya muhatap olmuştur:
‘Yunanlıları silahlandırarak 15 Mayıs 1919’da İzmir’e
çıkarttık... Ve o tarihten bu yana milyarlarca sterlini bulan masraflar yaptık.
Sonuç ne oldu? Yunanlılar İzmir’de denize döküldüler.
Ayrıca Anadolu’daki bütün Rumlar atıldılar veya göçe
zorlandılar. Bu olayda bizim kazancımız nedir? Hiç... Bu akılsızca bir gaf,
korkunç bir hata, büyük bir felaket değil midir?’ Bu sert ve suçlayıcı soruya
karşılık Başbakanımız Lloyd George şu cevabı vermiştir: ‘Yüzyıllar bir veya iki dâhi yetiştirir. 20’nci yüzyılın dâhisinin
Mustafa Kemal adıyla Türkiye’den çıkacağını ben nereden bilebilirdim?’
Görüyorsunuz sayın hâkimler... Karşınızdaki bu subay,
Başbakanımızın bahsettiği 20’nci yüzyılın dâhisi ile hiç beklemediği bir anda
karşı karşıya ve göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi?
Eğer ben o gün başka türlü hareket edecek olsa idim, bugün
benimle beraber bütün taburumun mezarlarını ziyarete gelecektiniz. Fakat şimdi,
eceli ile ölmüş olan üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş,
ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizindir.’
“Beraat ettim ve terhise tabi tutuldum. Ailemle birlikte
Türkiye’ye gidip Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ettim. Paşa beni muhteşem
nezaketiyle karşıladı. Tekrar görevli olarak İngiltere’ye çağrılmasaydım,
Türkiye’de kalacaktım...
İngiltere’ye döndüğümde beni, Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne
aldılar ve... İstihbarat Başkanlığı’nda önemli bir görev verdiler. Türkiye ile
İngiltere arasında irtibatı sağlayan grupta görev yapıyorum.”
Emekli Hava Albayı Kemal İntepe anılarında Binbaşı Salter
için “İki yıldan fazla bir süre birlikte
olduk. Bu süre içinde her zaman bizleri savundu ve kendisini daima bizden biri
saydı. Büyük bir Atatürk hayranıydı” diyor.
***
Evet sevgili okurlar, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’da yaşanan olay ve sonrası
böyle... Çok ama çok anlamlı değil mi?
Bir düşünün Mustafa Kemal’i tutuklamaya giden bir İngiliz
karşısına çıkınca bir anda “EMRİNİZDEYİZ”
diyor.