Merhabalar, Hayatta hep mutlu ve huzurlu olmak istiyoruz ve
mutlu ettiği ölçüde seviyoruz herhangi bir insanı ya da nesneyi. Eşle, dostla,
arkadaşla, akrabayla güzel vakit geçiriyorsak ve keyif veriyorsa, kıyafetimiz
üzerimizde güzel duruyorsa, çiçeğimiz açıyorsa, yemeğimiz lezzetliyse, arabamız
istediğimiz özellikleri taşıyorsa, uğraşlarımızdan zevk alıyorsak, evimizde
rahat ediyorsak yani içinde bulunduğumuz durumda bizi ne mutlu ediyorsa onu
seviyoruz. Bu durumda sevdiğimiz karşımızdaki mi, kendimiz mi tartışılabilir.
Kan bağının olduğu ya da olmadığı ama zorunlu temas kurulacak sevgi
barındırmayan ilişkilerde de, mecburiyetler bir arada tutuyor ve bazen görev
gibi yerine getiriliyor yapılması gerekenler.
Karşılıklı fayda esasına dayanan sözde “sevgiler” içerisinde
karşılıksız, çıkarsız, içinde menfaat barındırmayan, sevgilerin en özeli ve en
güzeli belki de, bir annenin evladına duyduğu sevgi. Yoksa kim sabaha kadar
uykusuz ve yorgun bir başkasını sesini çıkarmadan bekler, tüm ihtiyaçlarını
karşılar? Kim yemeyip yedirir, giymeyip giydirir, saçının teline zarar gelse
yüreği sızlar? Kim yaşı ne olursa olsun kol kanat gerer, affeder, üzülmesini
istemez? Tüm sevgiler güzeldir ve kıyaslamak da doğru değildir elbette ama emin
olunan, güven veren, karşılık beklemeden ve çıkarsız seven en fazla kaç kişi
olabilir ki hayatımızda? En çok seven, koruyan, kollayan, en çok kahrımızı,
nazımızı çeken ve sevgisini kaybetme korkumuz olmadan, bizi her şart ve koşulda
seveceğini bildiğimiz başka kim var olabilir ki şu dünyada?
İlk kez küçük bir çocukken anlamıştım bu sevginin karşılık
beklemeden hissedilen sınırsız bir sevgi olduğunu. O kadar net hatırlıyorum ki
o anları. Hastayken kollarının arasında uyuduğum, çok sevdiği bir eşyasını
kırdığımda “canın sağ olsun” dediğini duyduğum, canını sıktığımda üzülmemem
için kırılmamış gibi davrandığı zamanların adı aslında “annenin evladına
sevgisi”..
Yıllar önce tıp fakültesinde okurken, kadın-doğum stajında
sabaha kadar doğum sancısı çeken bir anne adayıyla sabahlayınca ilk kez idrak
edebilmiştim anneliğin sadece başlangıcının bile, kelimenin tam anlamı ile
“sancılı” olduğunu. Eve geldiğimde anneme sarılıp çektiği zorluk ve fedakarlığı
için teşekkür etmiştim. Bir mucizeye tanıklık etmenin heyecanı, sabaha kadar
uykusuz geçen yoğun ve yorgun nöbeti unutturmuştu o yıllarda. Anne olmanın ilk
şartının “doğurmak” olduğunu düşünürken, 6.sınıfta çocuk hastalıklarında
çalıştığım sırada, lösemi olan çocuğunun başında günlerce sabaha kadar gözünü
kırpmadan duran bir annenin evladını karnında değil, yüreğinde büyüttüğünü
öğrendiğimde anlamıştım ki, anne olmanın tek şartı da doğurmak değil. İster
karnında, ister yüreğinde evlat büyütsün her anne kutsal, her anne kıymetli,
her anne özel, her anne güzel, her anne ölümsüz..
Kaybedilmiş olsa da, sesi duyulamasa da, sarılmak için bir
beden bulunamasa da, duyulan özlemin tarifi olmasa da, özel günlerde oluşan
boşluk hissi yüreği sızlatsa da annelikten hiç bir durum alıkoyabilir mi bir
anneyi, ölüm bile olsa? Ya da gözü gibi sevdiği, bakıp büyüttüğü, uğruna canını
feda edebilecekken kaybettiği evladı için her zaman anne, kaybedilen de her
zaman evlat olmaktan çıkabilir mi hiç? Dünya döngüsü içinde yaşananlar durumu
ve konumu değiştirse de, değişmeyen gerçeklerden anne ve evlat olmak.
Annesi tarafından terk edilmiş, annesini hiç görmemiş,
tanımayan, anne sevgisini tatmamış olanlar için bile değişmez bir gerçek var
olan anne..
Bir yıl daha onlara atfedilen bir günü geride bırakırken,
başta canım annem olmak üzere karnında ve yüreğinde evlat büyüten tüm annelerin,
ilahi takdirle anne olup anne kalabilenlerin, bir evlada annelik yapabilenlerin
ve yüreklerde ölümsüz fakat dünya hayatında kaybettiğimiz annelerimizin günü
kutlu olsun.
Diğer özel günlerde olduğu gibi sevgi gösterilerimizin
kimseyi kırmadığı, incitmediği, boşluk hissi oluşturmadığı bir gün geçirmiş
olmayı dilerken, kaybettiklerimize rahmet, varlığıyla yanımızda olanlara uzun
ömürler duasıyla..
Cennet onlarla anılıyorsa, çocuklar anne diyerek ağlıyorsa,
onların eksikliğini hiçbir şey dolduramıyorsa yok ki daha ötesi. Ne kelimeler
yeter cümle kurmaya, ne cümleler yeter duygularımı anlatmaya. Bu nedenle “anne”
der, susarım.
Sağlıcakla kalın…