Merhabalar.
Yıllarca bir tabir duyduk, “Ekmek
kavgası”. Hatta ekmeğin önce aslanın ağzında olduğunu öğrendik, daha sonra da
midesine indiğini. Hayatta kalabilmenin yolunu da, bu kavgadan başarı ile
çıkmak olarak algıladık. Ekmek için başlayan kavga halinin zamanla hayat
kavgasına dönüştüğünü biraz geç anladık. Hayat kavgasının hayatımız ve
kendimizle olduğunun farkına varamadık. Elde etmemiz gereken her ne ise, ona bu
kavga hali içinde ulaştığımızı algılayamadık çünkü kazanmak için güçlü durmak
ve mücadele etmek gerektiğine inandık, belki de inandırıldık. Haklıydık ama
bunu devam eden bir meydan okuma hali ile karıştırdık. Her yerde, her alanda
güçlü durmanın bu kavgadan başarı ile çıkmış olmamız demek olduğunu kabul
ettik, başarı hikayelerimizin bizi güçlü kılmasına aldandık. Hayat kavgasında
başarı-güç kısır döngüsü içinde yuvarlandık. Başarı güç demekti evet ama bu
döngüde bir şeyi kaçırdık. Zamanı.. Aslında kendimizi, hayatımızı. Kavganın
kazananı-kaybedeni olur muydu ki hiç? Savaş gibi değil miydi kavga da? Daha
küçük ve bireysel olmasına rağmen herkes katıldığı zaman toplumsal bir harekete
dönüşmüş sayılmaz mıydı o da? İstemeden, belki farkında olmadan bir savaşın,
bir mücadelenin içinde olmak yormaz mıydı bizi? Elbette yorardı. İşte bu yüzden
yorulduk, “Zaman ne kadar çabuk geçti, hiç bir şey anlamadık” hissine kapıldık
çünkü mücadele ederken yaşamı kaçırdık.
Ekmek kavgası, hayat kavgası, yaşam
mücadelesi, adı her ne ise, yaşamak için gerekliyken, yaşam gitti, mücadele
kaldı izlenimine kapıldık. Elbette mutlu da olduk huzurlu da, sevdik de
sevildik de, gezdik de eğlendik de, ürettik de paylaştık da ama yaşamın
çoğunluğunu koşuşturma hali ile geçirdik.
Halbuki yaşam sevgi üzerine
kuruluydu. Her şey sevmekle başlardı. Ama sevmenin temelinde kendimizi sevmek
olmalıydı, sonra bu sevgi, çiçeği, böceği, hayvanı, dağı, taşı, doğayı ve
insanları kapsamalıydı. Sevgi gözlüğü ile bakılan her mücadelede haklı çıkma
çabası ya da güç kazanma telaşı yerine, mutlu olma ve huzurlu kalma amacı
insanı özüne taşırdı. Başka bir insanı en az kendimiz kadar önemsemek, onun
hayatına, varoluşuna katkı sağlamak insanı insan yapardı. Başkasını
eleştirirken oluşan iştah, sadece kendimize karşı ama fark edip düzeltmek
amacıyla olmalıydı. Her şey mükemmel olamayacağına göre, kim bilir bilmediğimiz
ne eksiklerimiz vardı, bunları görebilmek bizi güçlü yapardı.
Başarı, başkaları ile olan
mücadeleyi değil, kendimiz ve özümüzle olan mücadeleyi kazanmaktı. Asıl güç de
ancak böyle kazanılırdı.
Ama en güzeli, “hiçbir şey için geç
değil” gibi gerçek dışı olduğunu düşündüğüm bakış açısı yerine, geç olsa da her
şeyi kabul edip kaldığımız yerden bu bakışla devam etmeye, süresini bilmesek de
henüz vaktimizin olduğu.
Bir de bu açıdan bakalım olur mu?
Sağlıcakla kalın.