“Kırık cam teorisini” daha önce duydunuz ya da okudunuz mu
bilmiyorum. Bilmeyenler için kısaca anlatayım.
Psikolog Zimbardo tarafından 1969 yılında test olarak
düzenlenmiş ve sonrasında başkaları tarafından da çalışmalarla desteklenmiş bir
kuram bu. Zimbardo, sosyokültürel düzeyi düşük-suç oranı yüksek ve
sosyokültürel düzeyi yüksek-suç oranı düşük iki bölgeye, plakası bulunmayan iki
farklı otomobil bırakıp gözlemlemiş. Düşük sosyokültürel düzeyi ve suç oranı
yüksek olan bölgede araç terk edildikten bir kaç dakika sonra saldırıya
uğramış, yirmi dört saat içerisinde ise kullanılamayacak hale getirilmiş.
Sosyokültürel düzeyi yüksek ve suç oranı düşük bölgedeki araca ise 1 hafta
olmasına rağmen kimse dokunmamış. Psikolog Zimbardo, aracın bütünlüğünü bozup
bu durumun etkisi gözlemlemek istemiş. Dokunulmamış araca balyoz ile zarar
vermiş ve bu bölgedeki insanların da bir süre sonra aracı tahrip ettiklerini
görmüş.
Daha sonra 1982 yılında sosyal bilimciler Wilson ve Kelling
bu teoriyi desteklemiş ve “kırık pencereleri olan bir binaya herkes taş
atabilir veya başka zararlar verebilir ya da bir yere çöp bırakıldığında onun
yanına başkalarının da bırakma olasılığı artar” demişler.
Gerçekten de öyle değil midir? Camları kırık eski bir
binanın önünden geçenler için kırık cama taş atılması daha kolay olabilecekken,
yeni ve sağlam camları olan bir binaya taş atmak normal bir davranış olarak
değerlendirilmeyeceği gibi, buna kolayca kimse cesaret de edemez. Ya da bir
kaldırıma ufak bir çöp poşeti bırakılsa, elinde çöp olanlar geçerken üzerine
atar, bir süre sonra başka poşetler eklenir ve orası çöplerin yığıldığı bir
alan haline dönüşür. Görerek öğrenme ve ilk adımın ardından yapılmasında
sakınca görmeme, davranışın desteklenmesine neden olur.
Aslında suçlu psikoloji üzerine yapılan bu çalışmalar, aynı
zamanda hayatın da ufak bir yansıması. Hem kendimize davranışımız, hem de başkalarının
bize davranış şekli açısından hayat da “kırık cam teorisi” gibi değil mi?
Değersiz hissettiğimizde kendimize karşı daha acımasız olmaz
mıyız? Her gün diyete başlar, bir kez dikkat etmeyince “nasıl olsa bozuldu“
deyip yemeye devam ederiz. Sigarayı bırakan bir kez içince kaldığı yerden devam
eder. İntihar girişimleri değersiz hissedilen dönemlerde gerçekleşir. Yani
aslında kendimize “kırık cam” gözüyle bakmamız, daha fazla kırmamıza neden
olur.
Zayıf bir yönümüzü, kırılgan noktamızı, hassasiyetimizi,
yaralarımızı bilen birisinin özellikle bu konudaki acımasız tutumuna maruz
kalmak da, yine nasıl olsa alışık ve olacaklara açık bakış açısıyla “kırık cam”
gözüyle bakılmamızdan.
Peki ne yapmalı? Tabi ki kırık camları tamir etmek ve
kendimize bakışımızı düzeltmek gerek. Bu düzelince diğer bakışlar da
kendiliğinden düzelecek ve daha da önemlisi bunların bir anlamı kalmayacak.
Belki tümüyle açık olmamak, atılacak taşın bize ulaşamayacağı mesafede durmak
ve güvenli alan oluşturmak korumamızı sağlayacak.
Hayatın akışına karşı güçlü olmak ve güçlü durmak
zorundayız.
Unutmayalım ki, kırık bir cama bir taş daha atmaktan kimse
çekinmez! Bu nedenle “sağlam cam” olalım, kırılmayalım..
Sağlıcakla kalın..