Merhabalar.
Doğum ile başlayan, ölüm ile sonlanan ömür, bu ikisi
arasında yaşadıklarımız ve hissettiklerimizden ibaret. Her ne kadar ömrü geçen
zamanla tükettiğimizi düşünsek de, zaman bizim adımız, geçen de bizleriz.
Doğduk adına dünya dedikleri yere, çocuk olduk, genç olduk, yaş aldık,
yaşlandık, yaşlılık süreci ilerledi ve ömrün sonuna dayandık, belki de ömrün
sonuna çok daha erken yaklaştık.
Silindirleri sayesinde dönen ve üzerindekini ileriye hareket
ettiren bir bant üzerindeyiz hepimiz. Her birimiz bu döngünün farklı
seviyesindeyiz. Kimimiz başında, kimimiz ortasında, kimimiz sonunda…
Yaşam döngüsünde ilerlerken hem kendimize, hem de
birbirimize tanıklık ettik. Hatta çoğu zaman kendimizden çok başkalarının
ilerleyişinin farkına vardık. Gençliğini hatırladıklarımızın yaşlılık halini
görmek kimi zaman yüreklerimizi burktu, gözlerimizi nemlendirdi, bizi
hüzünlendirdi.
Tam da bu hisse sahip olduğum, yaş almış haline üzüldüğüm,
yüreğimde hüzünle anlatılanları dinlediğim bir zamanda, yaşlılığın ve
sevdiklerimizin yaşlılık hallerinin de bir lütuf olduğunun farkına vardım,
üstelik sadece bir cümle ile…
Genç yaştaki annesini kaybeden bir evladın “Onu beyaz saçlı,
yüzünde o güzel tebessümü ile torunlarını seven yaşlı bir anneanne olarak
görmeyi çok isterdim” dediği cümlesi bu lütfun özeti oldu.
Yaşamın her anı kıymetli ama ileri yaş ve yaşlılık dönemi
daha kıymetli çünkü içinde yaşanmışlıklar, adanmışlıklar, anılar ve tecrübeler
var.
Herkes evlatlarına kayıtsız şartsız sevgi ve ilgiyi
gösteriyor da iş, büyüklere ve yaşlılara gelince kayıtsız şartsız bahaneler,
sevgi ve ilginin yerini alıyor, beklentiler hep başkalarından oluyor.
Salgın süresi boyunca hasta olmuş evladı için refakatçi
gerektiğinde haberdar ettiğimiz hiç bir annenin “Bana da bulaşır diye
korkuyorum, gelemem” dediğini duymadım, hatta “Siz risk grubundasınız, kalacak
başka kimse yok mu?” dediklerimiz oldu ama aldığımız cevap nerdeyse hep
aynıydı, “Ben yavrumu bırakamam” diyerek her türlü risk göze alındı. Fakat
kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan, yanına bırakılmış yemeği aç olmasına rağmen
yiyemeyen, gözü yaşlı birinin gelmesini bekleyen yaşlılara refakat için
aradığımız evlatlardan “Ben hastayım, bana bulaşır diye korkuyorum, gelemem”
cevabını duyduğumuz çok oldu. Hatta; böyle giderse kaybederiz, desteğinize ihtiyacı
var dediğimiz bir anne için, “Yapacak bir şey yok, yoğun bakıma gönderin o
zaman, orada refakatçi gerekmiyor” diyerek akıl verdiğini düşünenler de
mevcuttu.
Bu yüzden kutsal kitaplarda evlatlarınızı sevin mesajına
ihtiyaç kalmamış ama anne-babaya sevgi ve ilgi konusuna defalarca değinilmiş.
Yaratıcı, yarattığı kulunu elbetteki çok iyi bilmiş…
Dikkati azalan, unutkanlığı artan, hareketleri yavaşlayan,
kişisel bakımı bozulan, belki de isminizi bile hatırlamayan o kişi, bir
zamanlar sizin bizim gibiydi. Hayatın döngü olduğunu unutmadan, sevgi, ilgi ve
şefkatle yaklaşmak boynumuzun borcu.
İçinde bulunduğumuz hafta, yaşlılara saygı haftasıydı ve
bitti. Hafta bitti ama saygımız, sevgimiz, ilgimiz hiç bitmesin, daim olsun.
Varlıklarına şükür, emeklerine teşekkür…
Sağlıcakla kalın.