Şüphesiz Akdeniz giderek artan rekabet alanı olmakla
birlikte kritik bir deniz bölgesi halini almıştır. Dünya ticaretinin en önemli
güzergahı olan Akdeniz, sadece gaz ve petrol kaynaklarının bir taşıma alanı ya
da ticaret gemilerinin geçiş güzergahı değil artık zengin hidrokarbon
yataklarının da can damarı konumundadır. Bu özelliklerin yanında deniz altı fiber
optik kabloları ile bunların kıyı terminalleri ve bağlantı noktaları açısından
da Akdeniz küresel enerji mücadelesinde bulunan devletlerin rekabet merkezi
haline gelmiştir. Pek tabii ki, Akdeniz’in bu özellikleri ihtilaf ve krizlerin
beşiği olmasının karakteristiğini de ayrıca diri tutmaktadır. Netice itibarıyla
Akdeniz, deniz ticareti, deniz ulaştırma yolları, enerji güvenliğinde önemli
rol oynan yapısı ile artık enerji aktarım hatları, denizlerdeki canlı cansız
kaynakların keşifleri ile ekonomik ve güvenlik unsurlarının küresel ölçekte
yaratabileceği işbirliği yada çatışma ortamının merkezidir. Öte yandan tüm bu
yapının belki de en önemli sorunsallık teşkil eden konusu deniz yetki
alanlarının belirlenmesi meselesidir.
Akdeniz’e genel olarak bakıldığında Suriye iç savaşı ve hidrokarbon yataklarının keşiflerinden bu yana doğan mevcut rekabet ortamında Akdeniz’de deniz alanları üzerinde hibrit bir savaşın yürütüldüğü görülmektedir. Özellikle de deniz alanlarındaki askeri hareketlilik ve ülkesel yaptırımlar yada anlaşmalar artık farklı bir yelpazede askeri ve askeri olmayan yöntemlerin ve araçların gizli yada açıktan koordineli olarak kullanıldığı bir ortamın mevcudiyetine işaret etmektedir. Başta Yunanistan ve GKRY’nin deniz stratejileri açısından izlediği tutum ve davranışlar, tamamıyla bölgesel sorumluluğu inkar eden yapıda, bölge ülkeleri ve Avrupa ve hatta Amerika’nın destekleriyle uluslararası hukuka aykırılık oluşturan bir şekilde dizayn edildiği gözlemlenmektedir. Örneğin Avrupa Komisyonu’nun EuroAsia Enterkonnekte kablo ağı projesinde yayımladığı harita üzerinde çizilen sınırların hukuken tesis edilmeden kabul edilmiş gibi yansıtılması tamamı ile Akdeniz’de sınırdaş veya karşıt kıyı devletlerin haklarına bir tecavüz niteliğindedir. Bu tavır, uluslararası sınırlandırma hukukunun genel hükümleri ve içtihat hukukunun kararları dikkate alınmadan gerçekleşmiştir. Avrupa Birliği’nin söz konusu tavrı son derece vahim bir tablonun ortaya çıkmasına ve tarafsızlığın değil ulusal çıkaralar temelinde hukuka aykırılığın göstergesidir.