Aynayı bakmayı beceremeyenlerin yapacağı iş; etraflarına bakıp, iyiliklerde kerameti kendilerine ayırıp, kötülükleri başkalarına ihale edip, hatta suçluluktan kurtulmak için “Ne yapalım Allah’tan” bile demektir! Haa, bir de ‘denize düşen yılana sarılır’ misali olunca da, yanlışı ötede beride, Meto’da, Feto’da aramalarıdır! Baksanıza, üreticiye “Fındığınızı satmayın, fiyat artacak” diyerek yanıltıp zarar ettirenler arasında yer aldığını, bundan bir yıl önce verdiği beyanatlara bakmadığı için unutmuş olan Ordu-Altınordu Ziraat Odası Başkanı Uğur Cörüt de, 15 Temmuz sonrasında kendini aklamak isteyenlerin modasına uyarak fındıkta fiyat işini FETÖ’ye yıktı, oldu bitti! Nasıl demiş? -“Üretici ile Ak Parti’yi karşı karşıya getirmek için fiyatları tepetaklak ettiler.” * Ne denir? Ne diyebiliriz ki? Yaz FETÖ’ye olsun bitsin! Bu dünyada suçlar ortadan kalksın, ötekinde günahlar af olsun! Öyle mi? * Öyle değil! Çünkü Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de Nisâ Suresi 79’uncu Ayet’te şöyle buyuruyor. “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir.” Anlatabildik mi? Zor! Çünkü bu mantık, öküzün altında buzağı aramanın da ötesi geçmiştir. Bunlar yakında “Küllenmeye de FETÖ neden oldu” derlerse şaşmayın!

SON PİŞMANLIK FAYDA VERMEMELİDİR! 

Bu garabet, PKK’lılara uygulanan açılım süreci sırasında da yaşanmıştı. Pişmanlık yasasından ve hesabından yararlanmak için itirafçı olmak. “Pişmanız” dediler de ne oldu? Terörden ve örgütten vaz mı geçtiler? İnsanlığı mı öğrendiler? Ne gezer! Zaten, başta Doğu ve Güneydoğu olmak üzere PKK terörü ve şiddeti ortada.

*

Şimdi aynı yanlış, FETÖ çetesi ile yüksek mertebede haşır neşir olmuş olanlara tanınıyor. Hatta, onlarcası baş itirafçı gibi gözüken Hüseyin Gülerce ile Nurettin Verel’i rehber edinmiş, televizyon televizyon geziyor, gazetelere sayfa sayfa röportaj veriyorlar.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bu yapının mayasında ikiyüzlülük olduğu için, pişman olduklarını söyleyenler konusunda ciddi tereddütlerimiz var” diye yüksek perdeden seslendirdiği bu konudaki beyan ve endişelere katılıyorum. Bana göre bunlar, artık çıkış ve kurtuluş yolu kalmadığı için halk arasında; ‘son pişmanlık’ olarak tarif edilen türden olanlardır. Durumu tam izah eden cümle de; “Son pişmanlık fayda vermez”dir. Başta din ve siyaset alanı, sonrasında da büyük ekonomik nemalanmalar olmak üzere, yüksek tepelerdekiler için de fayda vermemelidir. Verilemez de...

NEDEN HEP HASTANE-HAPİSHANE?

Neden, hep hastane ve hapishaneden söz eder; neden sayılarını arttırmaktan dem vurur dururuz? Her halde durup dururken; ‘iş olsun, inşaatlar artsın’ diye değil! Ortada hem hastane için, hem de hapishane için gerekçeler ya da ihtiyaçlar hasıl olmuştur da onun içindir! O zaman soruyu cevaplamak gayet basit: -“Hastalıklar arttığı için hastaneye, suçlar arttığı için de hapishaneye ihtiyaç duyulmaktadır.” Ama ne hazindir ki; gelişmiş ülkelerde söz konusu hastane ve hapishane olunca, temeldeki çözüm arayışı binalarda değil, insanlarda aranıyor. Yani, suç işleme oranı düşürülmeye, koruyucu hekimlik uygulanarak hastalıklar azaltılmaya çalışılıyor. Biz de ise... Vahim tablo ortada değil mi? * Not: Bu yazı, genelde sağlıkla birlikte anılan spor da, yeni stadın yanına kurulacağı ifade edilen Trabzon Şehir Hastanesi bağlamında kaleme alınmıştır!

ÖYLE BİR FREN YAPTIN Kİ…

Halk otobüsüne binen Bektaşi, en arkada oturup önündekilere sesleniyor: -“Öndekilerin hepsi hain, ortadakiler gaflet ve delalet içinde, arkadakiler ise masum!...” Tam o sırada şoför öyle bir frene basıyor ki; Bektaşi arkadan fırlayıp, ön cama yapışıyor. Şoför de; “Söyle bakayım kim hain, kim gaflet ve delalet içinde, kim masum?” diye yüksek sesle soruyor. Bektaşi’nin cevabı: “Ne bileyim abiii... Öyle bir fren yaptın ki, hepsi karıştı!