Dizi ve sinema piyasasıyla ilgili olarak, haksız rekabet uygulamaları ve mobbinge maruz kalışlara ilişkin iddialar havada uçuşuyor.
Daha doğrusu bu tür iddialar öteden beri konuşulsa da bu defa iş resmiyet kazandı. Rekabet Kurulu sektördeki onlarca firma hakkında inceleme başlatırken, konu yargıya da intikal etti.
YEŞİLÇAM’DA DA VARDI
Şöhret ve para getiren bir sektör olması nedeniyle gösteri dünyasında bu tür defolar aslında hemen her zaman ve pek çok ülkede var. Amerikan sinemasının kalbi Hollywood, eski yıllardan bu yana, ara ara böyle skandallarla gündeme geliyor.
Bizde de neredeyse hayatın olağan akışına aykırı bir biçimde hem toplumsal bir fenomene dönüşen hem de devasa bir ekonomik büyüklüğe sahip olan “dizi piyasası”nda şimdilerde ortalığa saçılan bu iddialar aslında“herkesin bildiği sır”dı.
Türk dizilerinin soy kütüğü Yeşilçam’da da benzer şeylerin yaşandığı hep dile getirilmişti. Sadece, sektörün doğası gereği medyayla iç içe olmasından dolayı, iddialar bir türlü geniş ve etkin bir biçimde haberleştirilmediğinden, konu genelde bar ya da kafe sohbetleriyle sınırlı kalmaktaydı.
ARTAN SİNEMA SALONLARI, BÜYÜYEN PASTA
Prof. Dr. Âlâ Sivas Gülçur’un, İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi’nde 2020/4’de yayınlanan “Türk Sinemasında Yeşilçam Dönemi” başlıklı makalesinde yer alan bilgilere göre, 1960’lı yıllardan itibaren hızla artan sinema seyircisi, film üretimine yönelik talebi de artırmıştı.
Sadece İstanbul’da 1950’li yıllarda 100’ü biraz geçen salon sayısı 1961’de 213’e, 1975’te ise 373’e ulaşmıştı. Üretimde gözlemlenen bu artış, sinemanın kârlı bir iş alanı olduğunu ortaya koymuş, buna bağlı olarak da sektör dışından da isimler piyasaya girmişti.
Piyasanın dinamiği; yapımcılar, bölge işletmecileri, yıldız oyuncular, çek ve senet kullanımı, yönetmenler ve senaristler üzerine kurgulanmıştı.
PARA KAZANMAK VE ŞÖHRETLERE YAKIN OLMAK
O dönemlerin sinema eleştirmenlerinden biri olan Erman Şener, Yeşilçam sinemasında yapımcıların büyük çoğunluğunun sinema kökenli kişiler olmadığını belirterek, “Yapımcı olmak için herhangi bir ön koşul olmadığı için sinema dışından pek çok kişi yapımcılığa başlamıştı. Bu kişilerin asıl amacı, sinemayı bir sanat olarak icra etmek değil, daha çok kazanç sağlamak, ünlü olmak ya da ünlü isimlerle ilişki kurabilmekten ibaretti.” diye yazmıştı.
SALON SAHİPLERİ: SEYİRCİ ŞU OYUNCULARI İSTİYOR
Yeşilçam’ın yoğun üretim gerçekleştirdiği dönemde, Anadolu’daki sinema salonu işletmecileri de piyasayı domine eden önemli bir gruptu. Buna göre Türkiye, 7 bölgeye ayrılmış, bu bölgelerdeki salonların sahipleri de çekilecek filmlerin konu ve oyuncu kadrosunun belirlenmesinde söz sahibi olmuştu.
Bu dar kadro, Yeşilçam piyasasına çekilecek filmlerle ilgili adeta şablon çizmekteydi. İşletmecilerin salonları anlık olarak takip edebilmeleri, “Seyircinin tepkisini görüyoruz. Şöyle konular bekliyor, şu oyuncuları istiyor.” deme imkânı sağlıyordu. İşletmeciler ayrıca, salonlarında gösterdikleri Amerikan filmlerinden gişesi iyi olanların, hızlıca uyarlamalarının yapılmasını da istiyorlardı.
ONAT KUTLAR: YEŞİLÇAM’DA FEODAL BİR DÜZEN VAR
Şair, yazar, sinema eleştirmeni Onat Kutlar da Yeşilçam üzerine yaptığı değerlendirmelerde, burada yapılananın bir sanattan ziyade “zenaaat” olduğu görüşünü savunmuştu. Kutlar, “Yeşilçam sistemi, feodal bir düzendi. Setlerde bir lonca hiyerarşisi vardı. Teknik kadro, kameramanlar, hatta oyuncular bile bu hiyerarşiye bağlıydı. Set, tipik bir loncaydı.” diye yazmıştı.
YÖNETMEN TARIK AKAN’A KIZINCA…
Bu durum o kadar yaygın ve yaptırım mekanizmaları öylesine güçlüydü ki, Türk sinemasının en önemli isimlerinden birisi olan Tarık Akan bile zamanında piyasa zorbalığından payını almıştı.
Levent Evkuran'ın, 4 Ağustos 2017’de Hürriyet gazetesinde yer alan, “Hiç Yayınlanmamış Bir Tarık Akan Söyleşisi” başlıklı yazısı, bu ünlü ismin de sektördeki çarpık yöntemlerle mücadele etmek zorunda kaldığını ortaya koymaktaydı. Evkuran, Kemal Sunal hakkında bir belgesel hazırlarken Tarık Akan’la da görüşmüştü. Akan o görüşmede, yönetmen Ertem Eğilmez’in kendisine nasıl baskı uygulayıp, oynayacak film bulamaz hale getirdiğini şöyle anlatmıştı:
YAPIMCILARDAN ORTAK TAVIR: TARIK AKAN’LI FİLM OYNATMAYACAKSIN
“Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı’da son bir sahne çektik. Ardından merdivenlerde duracak, filmin afişini çekeceğiz. Kemal (Sunal) yanımda, Halit (Akçatepe) öbür yanımda. Ben de taşın üstüne çıkmıştım, şaka olsun diye, sululuk. Bunu gören Ertem (Eğilmez) Abi kameranın arkasından bana çok kötü hakaret etmeye başladı. O hakareti yediremedim kendime. O dakika seti terk ettim, gittim. İki üç saat sonra da sete geri geldim, ‘Arzu Film’den ayrılıyorum.’ dedim. Şoke oldu Ertem Abi, ‘Yapamazsın.’ dedi ama ayrıldım.
O dönem, 8 büyük şirket, yılda 7-8 iş yapan film çekerdi. Benim bu tavrımın ardından yapımcılar ortak karar alarak, işletmecilere, ‘Tarık Akan’lı bir filmi oynatırsan diğer filmleri sana satmayacağız.’ dediler. Ben bir yıl boyunca işsiz kaldım. Bir yılın sonunda şunu yaptım: Maden filminin senaryosunu Yavuz Özkan’la çalıştım. Filmi anlatıyoruz ama bölgeler yine satın almıyorlar. Bunun üzerine ‘Cüneyt Arkın’la ortak oynayalım.’ dedim. İki star bir araya geldi. Maden de ancak öyle iş yapabildi, gene de ölü fiyatına.”