Yollar, köprüler, AVM’ler, bir ülkenin kalkınmışlığını
göstermez, imarını belirler. Belirtilen yapılanmalar, ülke insanının
zenginliğinin işareti de değildir. Müteahhitler, aracılar bu girişimlerden para
kazananlardır ve kalkınanlar da onlardır. Bir ülkenin kalkınması, üretim ve
tüketimle olur. Bir toplum, üretemiyorsa veya üretileni alamıyor ve
tüketemiyorsa o toplum, kalkınmış olabilir. Ekonomi, siyasetle çözülmez. Çünkü
ekonomi, bilimdir. Kürsülere çıkıp ülkeyi uçuruyoruz veya uçuracağız
söylemlerinde bulunmak, toplumu kalkındırmak olmuyor, toplumu kandırmak oluyor.
Ben çocukken DP döneminde seçim afişi vardı “Traktör
kapında, erzakın ambarında” diye. Çok güzel bir afişti. Çünkü biz, aslında
tarım toplumuyuz. Kalkınmaya köyden başlamadığımız sürece kalkınmış toplum
olamayız. Ne yazık ki aynı iktidar, dış ülkelerden buğdayı 75 kuruşa aldı,
köylü vatandaşa 50 kuruşa sattı. Doğal olarak köylümüz, çiftçimiz, tarlasını
bahçesini bıraktı, Murgul Bakır İşletmelerinde veya ÇAYKUR’da veya başka
işlerde çalıştı kazandığı para ile buğday, mısır, arpa gibi gereksinimlerini
aldı. Ama kendisi üretmedi. Güzelim verimli tarlalar, bahçeler terk edildi.
Kısaca köylü tembelleşti.
Bu da yetmedi, dış güçler, ekemediğimiz arazimizin
karşılığında köylüye, para ödedi. Sanıyorum şimdi de ödeniyor. Gerçekten insan
şaşıp kalıyor bu duruma. 1970-1980 ve öncesinde, köyde yaşayan, tarlası, bağı,
bahçesiyle geçimini sağlamaya çalışan insan sayısı, yüzde seksendi. Bugün bu
oran yüzde yirmi civarındadır. Bu oranların, bu hızla değişmesinde elbette ki
siyasilerin ve dış güçlerin etkisi vardır.
Hani sanayi toplumu yaratacaktık, toplumun ulusal gelirini
10 bin, 20 bin dolara çıkaracaktık, kısaca toplumu uçuracaktık; ama olmadı,
olamadı. Şimdi dolar, benim param karşısında on beş kat daha değer kazandı.
1923 yılında bir lira bir dolarken bugün ise bir doların karşılığı 15 lira
oldu. Kısaca çok kısa zamanda 15 kat fakirleştik. Türk parası karşısında
Gürcistan parası, yüzde altmış değer kazandı. Bulgaristan, Yunanistan halkı,
ülkemizin pazarlarına gelip gereksinimlerini karşılıyorlarsa elbette ki Türk
parası karşısında paralarının daha değerli oluşundandır.
Devletin temel görevi, toplumunu üretime zorlamasıdır. Bu
arada vatandaşın ürettiği ürünlerin satışına güvence vermesidir. İşte, pazar
bulmada üretici yalnız bırakılıyorsa, iç tüketimde, ulaşım bedellerinde, ilaç,
gübre, tohum alımlarında devlet, vatandaşının yanında olmuyorsa elbette ki
üretici üretmeyecektir veya üretemeyecektir. Bu kadar güzel, verimli topraklara
sahip olan bu ülkenin insanları, aç geziyorsa, haftada evine bir kilo et
götüremiyorsa, üretim yaşındaki gençler, kahvelerde, sokaklarda aylak aylak
oturuyor veya dolaşıyorlarsa suçlu, ne anneler ne babalar ne de işsiz gençlerdir. Bir ülkede,
Merkez Bankası başkanı, yılda birkaç kez değişiyorsa maliye bakanları ayrılmak
zorunda kalıyorlarsa, bu ülkede, bir sıkıntı var demektir. Bir toplumun
gençleri, gerginse, kadınlarımız, kocaları veya sevgilileri tarafında
öldürülüyorsa bu toplumda, sıkıntı var demektir.
Eskiden komşunun komşuya güveni vardı. Komşusunun kızı, oğlu
onun çocukları gibiydi. Korur, kollar; yedirir, içirirdi. O insanların
namusları, kendi ailesinin namusu gibiydi. Eğer ahlâk bozulmuşsa, cinayetler
artmışsa o toplumda sıkıntı, yönetimde de boşluk var demektir. Kısaca lafla
peynir gemisi yürümüyor. Boş laflarla ne ülke kalkınıyor ne de insanımızın
karnı doyuyor.
Doğrudur, uçuyoruz ama nereye?.