Ne zaman ülkemde bir şeyler ters gitse, ekonomi iyi gitmese,
bir kaos vs olsa, hemen durum dış güçlere mal edilir.
Peki dışı anladık da kötü giden gidişatı durduramayan, iç
güçler kimdir?
Gelişmemizi engelleyen, doğal varlıklarımızı görmemizi
engelleyen, üretimin önündeki engel, tarımda ki sorunlar, yaş çay fiyatı ile
kafe fiyatında ki uçurum, aç kalan emekli, ucuz işgücü bunların hepsi için, dış
güçleri mi kınayacağız, yoksa içimizde, bizi yönetmeye talip olanlara mi
kızacağız?
Her zaman kolay olanı seçiyoruz, çamur at izi kalsın, o
yüzden durup düşünmeye ne hacet. Düşünmekte zor çünkü. Dış güçler deyiver, çık
işin içinden.
Nüfus çoğunluğu, çevre kirliliği ile birlikte ekonomik
gücümüzde yok oluyor.
İnsanlar her sabah, hatta bazıları gün ağarmadan, evlerinden
çıkıp, ekmek parası için koşturuyor. Otobüs, metro, metrobüs, minibüs herhangi
bir toplu taşıma ile güne gergin başlıyor. Bazen birisi sırasını kapıyor, ya da
saniyelerle otobüsü, metrobüsü kaçırıyor. İşte! Kavga o zaman başlıyor. Zaten
yaşamı eksik gidiyor, bir de otobüsü kaçırınca, başlıyor kendisiyle ve
etrafıyla kavgası.
Zaman eğer 24 saat ise, o zaman neden her vatandaşın zamanı,
aynı değerde değil?
Bazılarına güllük gülistanlık olan bu zaman, bazıları için
sabahın köründen itibaren, adeta karabasan gibi oluyor.
Sosyal güvenlik kaygısı, ulaşım sıkıntısı, sağlık
problemleri, eğitim sistemi, nizam eksikliği, kaliteli yaşam eksikliği,
kaliteli yaşam arzusu, hayali güvenlik sorunu, kadın erkek ayrımı her şey
insanları karamsar yaptı. Düzgün yaşam, sağlıklı yaşam, saygı, sevgi herkes
için geçerlidir. Bu kaftan maalesef kişiye göre ayrım gözetmemeli.
Vatandaş ne alabiliyor, ne de satabiliyor. Herkes
isteklerini ERTELEMEKLE meşgul. Yarınlar için herkes ENDİŞE içinde. Her şey çok
pahalı. Üretim, tüketim ve hizmet, her şey…
Her şey ateş pahası. Her gün değerini kaybeden paramızla
beraber, alım gücümüz düşüyor ve hayat çok zorlaşıyor.
Annem ve babam sorumluluk duygusu olan, çalışkan olan, ahlak
kurallarını bilen, kanun ve kurallara saygılı olan, dürüst olan, başkalarının
hakkına saygılı olan zengindir derlerdi. Sanırım onlar gönül zenginliğini
anlatmak istemiş. Yoksa o değerlere sahip olanların çoğu, maalesef aç. Para
kazanmak için sabah erken kalkıp, erken yol alanlar, çoğunlukla yoksul
olanlardır.
Kalbiyle bağlantısını kesmiş olan insanlık, ne yoksula
yardım edebiliyor çünkü kendisi de yoksullaşıyor, ne de açın halinden anlamak
için çaba sarf ediyor, çünkü kendi de aç.
Hayatın içinde bazıları, kendisine makamlar, rütbeler,
mevkiler arayıp durur. Çünkü hep o güç
denen maskenin arkasına sığınmak ister, çünkü güç o insanların güvencesidir.
Mevkilerinin şaşası o insanların derecesi olur adeta.
Yürüyerek ulaşılamayan makam odaları, markasını söylerken bile, parasından
beynimiz yanan makam araçları, odalarında ki abartılı mobilyalar, oturduğunda,
elini kolunu yaslayamayacağın devasa koltuklar ile o makam sahiplerinden hiç
tasarruf yapılması istenmez. Aksine halktan alınan vergilerle, daha da
gösterişli olmalarına çaba gösterilir.
Daha dün bir film izledim. O filmde çalışan, arkadaşına
“eğer mevki ya da mertebe istiyorsan, patronunun her dediğine haklısınız
diyeceksiniz, hiç sorgulamadan” dedi. Bu replik yaşadıklarımızın kısa bir özeti
değil mi zaten?
Tasarruf paketi ile ilgili, düşünceleri sorulan bakan bile
“Açıklananla YETİNELİM “dedi. Özet işte! YETİNMEYİ bilmek. Sana verildiği
kadarıyla, idare edebilmeyi bilmektir. Bizlere reva görülende YETİNMEKTİR.
Çalışma Bakanı da “Asgari ücrete ara zammı kapattık” dedi.
Yine kısaca YETİNMEYİ bil dedi.
YETİNMEYİ de endişeyi de çalışmayı da zoru da tasarrufu da
hep sen bileceksin vatandaş. Vergini vermeyi unutmayacaksın. Zaten unutmana
fırsat vermezler.
Değerlerimiz ve önceliklerimiz YETİNMEYLE beraber yok oldu.
Geçmiş olsun.