SON DAKİKA



Haber > Magazin > Küfür eden, eziyet eden bıraksın orucu!

Küfür eden, eziyet eden bıraksın orucu!

05 Haziran 2016 Pazar - 17:32




Bu gece milyonlarca Müslüman sahura kalkacak ve Ramazan’ın ilk orucu için niyet edecek. Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu Sabah gazetesine oruçlu olmanın gerç





Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu Ankara'dayaşamasına rağmen Ramazan ayı boyunca İstanbul'da kalıyor. Bu ay yanına eşi Emel Hanım da geliyor. Hatipoğlu'nun yoğun Ramazan temposunda onun hem sağlığı hem de rahatı için canla başla uğraşıyor. Kısılan sesi için hemen bir bitki çayı hazırlıyor, uyumaya fırsat bulduğunda kimse onu uyandırmasın diye başında adeta nöbet tutuyor. Saygı ve fedakârlıkla dolu bir hayat arkadaşlıkları var. Öyle ki, Hatipoğlu eşi için 'Hakkını ödeyemem, sevaplarımın yarısı onundur' diyor. Türkiye'nin en önemli din adamlarından olan Nihat Hatipoğlu aynı zamanda başarılı bir televizyoncu da. Yıllardır yaptığı programlar reyting rekorları kırıyor. O bu başarısını 'Herkesin ailesinde etkilediğim mutlaka biri vardır' diye özetliyor.

Ramazan'da nasıl bir temponuz olacak?

Ramazan'da atv'de hem iftar hem de sahur programım olacak. Yaklaşık 60 program yapacağım. Yıl boyunca konferans ve panellerimiz devam ediyor. Her sene azaltmak istesem de daha istenilir hale geliyor ve çoğalıyor. Türkiye'nin gidilmedik köylerine bile gidiyoruz. Bunlar onur veriyor.

Oruçluyken hem iftar hem sahur programı yapıyorsunuz. Neredeyse saatlerce kesintisiz çalışıyorsunuz. Bu ritim sizi zorlamıyor mu?

Fiziksel yorgunluk 10 dakikalık uyuklama ile geçiyor. Buna alışığım, neredeyse haftada bir gün eve gidebiliyorum. Uçakta, otobüste, arabada dinleniyorum. Ramazan'da en büyük endişem ses tempomun kendini muhafaza edememesi. Çünkü programlar dışında da konferanslar yapıyoruz. Ama ben yüce Allah'ın yardım ettiğine, o gücü verdiğine inanıyorum. Şu an 60 yaşımdayım. Hanımımla evde oturup kitap yazacağıma il il dolaşıp otellerde kalıyorum. Bu şöhret, şan ya da para için yapılmaz. Bu ancak muhabbet, aşk, sevgi ve sevda için yapılır.


Oruçlu olduğu için sinirli olan, etrafına agresif davrananları da görüyoruz. Oruçlu insan nasıl davranmalıdır?

İmam-ı Gazzali orucu üç kısma ayırıyor. Avamın orucu aç kalmaktır. Havasın orucu dilini gözünü kötülüklerden uzak tutmaktır. Havasul Havasın orucu ise kalbinden dahi kimse hakkında bir şey geçirmemektir. Bu çok zordur. Ağız zevkini, kalp zevkini kontrol edeceksin. Hem kalbini hem bedenini her türlü nefsani zevkten arındırırsan o oruç, gerçek oruç olur. Küfür eden, eziyet eden bıraksın orucu. Yoksa Allah'ın onun yemek yememesine, su içmemesine ihtiyacı yok. Oruç basit görünüyor ama büyük bir imanın işaretidir. Kendi alın terin ile kazandığın şey buzdolabında duruyor ama yiyemiyorsun. 'Allah'ım senin için yemiyorum' diyorsun. Kudsi hadiste diyor ki, 'Allah oruç tutan kullarını esas alıp meleklere karşı övünürmüş.' Oruç muhteşem bir şey ama komşuna eziyet ediyorsan, trafikte küfrediyorsan, interneti kullanırken birine hakaret ettiysen, laf taşıdıysan hiç kıymeti yok. Eskiden birinin gıybetini iki kişi yapardı o mahalleye yayılırdı. Şimdi ise internette yalan bir haber yapıyorsun, bir anda bir milyon kişiye ulaşıyorsun. O bir milyon kişinin senden alacağı var. Haberi paylaşan her bir parmak o vebalin içindedir. Bu, ölü insan etini yemeye benzer. Tıpkı Hucurat Suresi'ndeki ayet gibi. 'Gıybet yapmayın, ölü insan eti yersiniz'. Bizler domuz eti yemekten çok korkuyoruz ama insan eti yiyoruz. Hz. Peygamberimiz bir Müslüman'ın aleyhinde konuşan birine diyor ki, 'Ağzındakini at'. 'Benim ağzımda bir şey yok ki' diyor. 'Var, at onu' diyor. Elini ağzına götürüyor, gerçekten bir tutum et çıkıyor.' 'Demin yediğin kardeşinin etidir' diyor.

İş ortamlarında oruç tutanda var tutmayan da. Karşılıklı nasıl davranılmalı?

Oruç bir ibadettir, farzdır. Her Müslümanın oruç tutması temenni edilir ama problemi vardır ya da oruca da inanıyordur ama tutamıyordur. Günahkâr olur. Oruca inanmazsa dinden çıkar. İnanç ve amel farklı şeylerdir. Oruç tutanın oruç tutmayana saygılı olması gerekir. 'Öğle yemeğini karşımda yiyemezsin' demeye hakkı yok. Zaten yiyecek, neden münafıklık yapsın? Oruç tutuyor gibi görünüp neden diğer odada yesin? Benim dedem Diyarbakır İl Müftüsüydü. O dönemde Süryaniler, Ermeniler Müslümanlara saygılarından oruçluların yanında yemek yemezlermiş. Ama o saygı kalmadı artık. İstanbul'da oruç tutmayan sigarasını oruç tutana karşı rahatça üfleyebiliyor. Oruç tutan da tebessüm etmeli çünkü kazançlı. Oruç tutmayanı da düşmanı gibi görmemeli o da kardeşi, insandır. Belki bilmediğiniz bir sıkıntısı, mazereti vardır. Ama oruç tutmayan da tutanın hassasiyetini anlamalı. İbadet yapan bu arkadaşını hoş görmeli. Rövanş duygusu içinde olmamalı. Her iki tarafta birbirine saygı göstermelidir.

Teknoloji çağındayız. Her şey çok hızlı yayılıyor. Bu çağda din adamı olmak nasıl bir yükümlülük gerektirir?


Türkiye gibi gündemin çabuk değiştiği, kutuplaşmanın çok olduğu, sosyal medyanın kötü amaçlarla kullanıldığı, fesat bir şeyin hemen yayılabildiği bir ortamdayız. Son yıllarda üst akıl Türkiye'ye şöyle bir şey biçti: 'Lekelenmeyen insan bırakmayın'. 'Herkes birbirini lekelesin.' Böylece gerçekten lekeli olanlar mazbuta çıkacak. Herkesi kirletin ki gerçek kirliler de yok olsun diye bir algı operasyonu var. Üslup sert, kin, düşmanlık, hedef saptırmalar çoğaldı. Bu ortamda önde olmak, medyadan halka hitap etmek çok zor. Her kelimenize dikkat etmeniz gerekir. Kötü ve iyi niyetli insanlar tarafından takip ediliyorsunuz. Kötü niyetlilere fırsat vermeyeceksin. İyi niyetlilerle yakın temasın olacak. Hatta kötüleri kazanman gerekiyor. Ben hayatım boyunca bu metodu takip ettim. Camii erbabı zaten camide, başımın tacı. Camiye hiç uğramamış, bayramdan bayrama bile başı hiç secdeye değmemiş insanı muhatap almayı dilerim. Bunu kısmen başardığımı biliyorum. Beni her kesim, her mezhep dinliyor. Kızıyor, saldırıyorlar ama takip de ediyorlar. Saygı ölçüsü içinde her türlü tenkiti yapabilirler.

Geniş kitleler sizi dinliyor ve etkiniz de büyük. Bu ciddi bir güç aslında. Bu gücün sizi korkuttuğu oluyor mu?

Ben hocayım, hoca olarak kalmaya devam edeceğim. Hayatım boyunca bu gücü şahsım için hiç kullanmadım. Herkesin ailesinde mutlaka bir kişi üzerinde etkim vardır. İçki bıraktırmışımdır, namaza başlatmışımdır, tesettüre girmiştir... Hanıma şiddet uygulamıştır, boşanacaktır, çocuk aldıracaktır vazgeçirmişimdir. Uçağa binecekken bir delikanlı yanıma geliyor, 'Hocam senin sayende namaza başladım' diyor. Bir hanımefendi geliyor, 'Hocam kocam senin sayende bana şiddetten vazgeçti' diyor ve gidiyor. Eğer ben isteseydim Türkiye'deki en güçlü cemaati kurardım ama bakın arkamda bir Allah'ın kulu yoktur. Ben babamdan ve dedemden öyle gördüm. Din adamlığı, İslam'ı anlat, insanları İslam'a kazandır, kendinle ilgili bir menfaat duygusuna kapılma, evine çekil, Allah'tan marifet dile. Hayatım boyunca böyle yaptım. Bazen internette bana karşı sert yazılar yazılmış oluyor. Onlara hemen yumuşatıcı yazı yazıyorum. Kardeşim sakin olun, hesap verilecek bir Allah vardır, herkese dua edin, kardeş olarak yaşamaya devam edin. Beni yolda gören bir Roman kardeşim, Alevi kardeşim 'Aaa ailemizin hocası' diyor. Bundan daha büyük mutluluk olur mu?

ERBAKAN GÖZLERİME BAKIP AĞLADI

Hiç unutmadığım bir hatıram, babamın ölüm yıldönümünde gerçekleşti. Her yıl yemek verirdik. Erbakan'da hastaydı ama bizi kırmadı geldi. Kur'an-ı Kerim okundu. Hoca yanımızdaki birinin kulağına eğildi ve bir şey söyledi. Sonra bana geldi o kişi ve 'Hoca sizin dua etmenizi istiyor' dedi. Bende elimi açıp babamın hatim duasını yaptım. Bir cümle kullandım: 'Allah'ım biz Medine'de ölemeyiz belki ama kurbanın olayım bizi de Medine'de ölmüşler gibi say'. O ara gözümü açtım, Erbakan hocamla göz göze geldik. Hocanın ağladığını gördüm. Gönlünden geçen bir arzuydu bu. İlk kez sizinle paylaşacağım çok ilginç bir hal geçirdim. Babamın vefatından bir yıl sonra 1996'da oldu bu hal. Babam Medine'de gömülü. O sene bir aya yakın Medine'de kaldım. Her gün 4 saatimi mezarlığa ayırıp dua ettim. Sonra kazılmış, boş bekleyen mezarları dolaştım. Bir mezarın başına geldim. Bazen insanın içine bir duygu doğar ya, sanki biri bana diyor ki 'Medine'de baban gibi kalmak niyetindeysen, samimi isen şu anda bu duayı yaparsan bu akşam ölürsün.' Ben tek başıma çukura bakıyorum, düşündüm düşündüm 'Bu gece öleyim' demem lazım. Evet dersem gerçekten öleceğim gibi. Resullullah'a yakın, sahabe içindeyim. Bunlar doğru duygular olabilir. O an dedim ki, 'Çocuklar daha küçük, benim yaşım da çok büyük değil, ölsem çocuklarımın hali ne olacak?' Durdum ve 'Allah'ım daha sonra' dedim. Medine'de gömülmek ayrıdır ama bir de Türkiye'de gömülürsün, Medine'de gömülmüşler gibi muamele görürsün. Allah bizi onlardan eylesin.


  1. PEYGAMBERİMİZ RAMAZAN'IN SON 10 GÜNÜ İTİKAFA ÇEKİLİRDİ

Peygamber Efendimiz Ramazan'ı nasıl geçirirdi, iftarını nasıl açar, sahurunu nasıl yapardı?

Ramazan ayı tövbe için, yenilenmek için, yeni bir sayfa açmak için bir değer. Ramazan'a girerken şeytanlar zincire vuruluyor, cehennem kilitleniyor. İki ayaklı insan türü şeytanlar geziyor tabi. Peygamberimiz teravihi kılardı ama farz kılınacağı endişesi ile evinde kılmaya başladı. Geceleri namazı çoğaltırdı. Sahabeyle birlikte iftar yapmaya çalışırdı. Hurma, tuz ile açardı orucunu. Ardından da ne bulursa onu yerdi. Bazen güzel bir sofra olurdu bazen de bir şey olmazdı. Hz. Peygamber için 'Yoksul bir hayat yaşadı' derler. Bu doğru değildir. Zaman olmuştur, ticaretten kazanmıştır. Ganimetler, hediyeler vardır. Mesela Yahudi Muhayrık, beş büyük bahçe hediye ediyor. Peygamberimiz bu bahçeleri Müslümanların istifadesine sunuyor, kendi aile ihtiyaçlarını da gideriyor. Hz. Peygamberin bir öğünde aile çevresinden 50 kişiye yemek yedirdiğini görüyoruz. Eşler, kızları ve eşlerinin önceki evliliklerinden çocukları. Bazen et pişirdiğinde Hz. Aişe'ye 'Suyunu çok koy' diyordu Peygamberimiz. 'Kokusunu alanlara da gönder.' Bazen sahabe kurban kestiğinde 'Bana kolundan ayırın' der. Hayvanın kol etini severdi. Hz. Peygamber çok babacan ama toplumun içinde. Bir kral görüntüsü yok. Çok rahatça komşusuna 'Bana o koldan ayır' diyebiliyor ve etin suyunu gönderip, 'Et azdı o yüzden' diyebiliyor. Özgüveni olan ve güven veren bir yapısı var. Ramazan'ın son 10 günü ise itikâfa çekilirdi. İtikâf 24 saati camide geçirmek, sürekli ibadet etmek, zaruri bir ihtiyaç olmadan çıkmamak demek. Abdest için çıkıp tekrar gelirdi. Bu bizim için de sünnettir. Kendi halinde abartısız, mütevazı ama coşkulu bir hayatı vardı. Son 10 günde Kadir Gecesi'ni arardı.

Beğendim
0
Sevdim
0
Beğenmedim
0
Üzgün
0
İnanılmaz
0

VİDEO

SON DAKİKA

ÇOK OKUNANLAR

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap