SON DAKİKA



Haber > Gündem > Ortadoğu'da barış ve istikrar isteyen hiçbir ülke

Ortadoğu'da barış ve istikrar isteyen hiçbir ülke

10 Ocak 2016 Pazar - 10:52








Mezhep sözlükte "gitmek, gidilen yer, yol" anlamına gelir. Terim olarak ise şöyle tanımlanmıştır: "Dinin inanç esaslarını veya ameli hükümlerini anlama ve yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip düşünce bütünü, bu yaklaşımlar etrafında meydana gelen ekolleşme, ekolleşmelerin ürünü olan ilmi ve fikri birikim." Mezhepler tarihi ilmi açısından "İslam mezhepleri" bu dinin tarihinde ortaya çıkan düşünce, inanç, fıkıh ve siyaset alanındaki zümreleşmeler olarak açıklanmış ve mezhep "İslam dininin anlaşılma, yorumlanma hatta bir çeşit düşünce ekolleri" olarak anılmıştır. Mezhep asla bir din olmadığı gibi mezhep kurucusu kabul edilen imam veya müçtehit de hiçbir şekilde bir din koyucusu veya tebliğcisi değildir. Yüce Allah tarafından konulan ve Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından tebliğ edilen İslam dininin gerek inanç, gerekse fıkıh alanına giren meselelerini delilleriyle birlikte ele alıp bunlara ilişkin yorum ve çözümler getirme ihtiyacı karşısında, delillerden hüküm çıkarma yeterliliğine sahip bilginler birbirinden farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

MEZHEP OLGUSU

Hz. Peygamber’in vefatının ardından başlayan, V. (XI.) yüzyıla kadar devam ettikten sonra duraklayan, XII. (XVIII.) yüzyıldan itibaren yeniden canlanan zümreleşmeler dikkate alındığında mezhep olgusuyla ilgili şu temel noktaya da işaret edilebilir: Bir düşünce hareketinin yahut siyasî bir çıkışın mezhep olabilmesi için İslâm’a mensubiyet, itikadî veya siyasî konularda yoğunlaşma, bu yoğunlaşmanın gruplaşmaya dönüşmesi ve özgün bir metodoloji yahut kendi içinde tutarlılık özelliklerini taşıması gerekir. Bunlardan İslâm’a mensubiyet esasta İslâm dinine bağlılığı ifade etmektedir. Gālî ve bâtınî nitelikteki fırkalar dışında bütün kelâm mezheplerinin doğrudan İslâm’ı referans aldığı, doktrinlerini bu dinin ana kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’le temellendirdiği kabul edilir. Bununla birlikte bazı İslâm mezhepleri tarihçileri, genel anlamda kendilerini İslâm kültürü içinde gören veya daha gevşek bir bağlantı halinde İslâm’la temaslarından söz eden gruplara da ayrı bir kategori halinde eserlerinde yer vermişlerdir. Nitekim itikadî anlamda İslâm’a mensubiyetleri tartışmalı olan İsmâiliyye ve Nusayriyye gibi bâtınî gruplar, İslâm kültürü ve coğrafyasıyla ilgileri bakımından mezhepler tarihi çalışmalarında ele alınmıştır. İtikadî veya siyasî konularda yoğunlaşma şartı, kelâm ve mezhepler tarihinde incelenen mezhep kavramını fıkıh mezheplerinden ve tasavvufî gruplardan ayırmaktadır.

PETROL SAVAŞLARI

Ortadoğu’da mezhepsel gerginlik içinde petrol savaşları dahildir. Suudi Arabistan’ın Şii din adamı Nemr Bakır en-Nemr’i idam etmesi İran’la derin krize yol açtı. Bu kriz tüm Ortadoğu’yu olumsuz yönde etkileyecek. Zaten kaos içinde olan bölge daha da istikrarsızlaşacak. Bu kavganın bir tarafında Suudi Arabistan, diğer tarafında da İran var. İkisi de teokrasi. İki ülke arasındaki gerginlik ve kriz şimdi başlamadı. Bu mezhep kavgasının kökleri 1400 yıl öncesine uzanır. Ancak 1979 İran İslam Devrimi sonrasında iki teokratik rejim arasındaki ilişkiler daha da gerginleşti. Bölgesel hegemonya için rekabet arttı. "Arap Baharı" bu rekabeti körükledi. Riyad ve Tahran, Irak, Suriye, Yemen gibi ülkelerde "vekalet savaşları" içine girdiler. Ekonomik düzeyde de "savaşıyorlar". Petrol fiyatlarının düşmesi her iki ülkeye de zarar veriyor ama Suudi Arabistan’ın üretimi azaltmaması İran’a zarar verme girişimi olarak yorumlanıyor. Şeyh Nimr’in idamı ve buna tepki olarak Tahran’daki Suudi Arabistan büyükelçiliğine düzenlenen saldırı, ilişkileri kopardı. Suudi Arabistan, Bahreyn ve Sudan, İran ile diplomatik ilişkileri keserken Birleşik Arap Emirlikleri diplomatik ilişki seviyesini düşürdü. Kuveyt, İran’daki büyükelçisini geri çağırdı. Ortada büyük çaplı bir kriz var. Tüm dünya bu krizi kaygı ile izliyor.


VEKALET SAVAŞLARI

Suudi Arabistan-İran rekabetini sadece dini nedenlerle açıklamak yanlış olur. Tıpkı Osmanlı-Safevi mücadelesini sadece dini nedenlerle açıklamanın yanlış olması gibi. Ancak konunun mezhep boyutu çok önemlidir. Mısır’ın Arap dünyasındaki rolünün zayıflaması ve ekonomik açıdan Suudi Arabistan’a bağımlı hale gelmesi ile Riyad Arap ve Sünni dünyasının liderliğine soyundu. Petrolden elde ettiği zenginlikle bunu sağlayabileceğini düşündü. Halbuki Suudi Arabistan’ın dayandığı ve ihraç etmeye çalıştığı Vahabilik-Selefilikle Sünni dünyasına liderlik yapması mümkün değil. Suudi rejiminin ciddi iç sorunları var. Petrol fiyatlarındaki düşüş ekonomisini zora soktu. İran’la giriştiği 'vekalet savaşları'nda başarılı olduğu söylenemez. Yemen’de bataklığa saplandı. Irak ve Suriye’de de gelişmeler istediği yönde değil. İran’ın nükleer programı konusunda ABD ile İran arasında anlaşmaya varılması Suudi rejiminin moralini fena halde bozdu. Bu anlaşmaya en fazla karşı çıkan iki ülke İsrail ve Suudi Arabistan’dı. İşte bu ortamda Suudi Arabistan (dıştan gelen tüm uyarılara kulak tıkayarak) Şii din adamı Şeyh Nimr’i idam etti. Suudilerin bu idamın neden olacağı krizi öngörememesi mümkün değildi. İdam kararı hesaplı bir adımdı ama evdeki hesap çarşıdakine uyarak mı? Zaman içerisinde görülecek.

İSLAM İTTİFAKI

Kriz sadece Suriye konusunu değil Irak, Yemen, Lübnan gibi ülkelerdeki sorunları çözümleme çabalarını da baltalayacak. Ortadoğu’da barış ve istikrar isteyen hiçbir ülke bu krize duyarsız kalamaz. Suudi Arabistan-İran krizi Türkiye’yi yakından ilgilendirir. Türkiye’nin bu krizde arabulucu rolü üstlenmesi zor görünüyor. Kısa süre önce Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan "Teröre karşı İslam İttifakı" içinde Türkiye’nin de yer alması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Aralık ayı sonlarında Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyaret sırasında verilen mesajlar, Türkiye’nin Riyad’ın yanında yer aldığı imajını güçlendirdi. İran,Irak ve Suriye politikalarında devamlı Türkiye karşıtı oldu. Rusya ile yaşatığımız uçak krizinde, İran Rusya yanlısı hareket etti.

DİPLOMASİ DİLİ


Şii din adamının idam edilmesiyle patlak veren Suudi Arabistan-İran krizi konusunda Türkiye Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada iki ülke arasındaki gerginliğin bölgenin güvenlik, istikrar ve barışını olumsuz etkileyebileceğinin ifade edilmesi, "Türkiye, bir an önce tehdit dilinin bırakılarak diplomasi diline dönülmesini ve teenni ile (temkinli) hareket edilmesini istemektedir" mesajının verilmesi doğru bir tavırdır. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun krizle ilgili olarak, "Bölgedeki tüm ülkeler konuya aklıselimle yaklaşmalı; her türlü yapıcı gayrete hazırız" demesi de doğru yaklaşımdır. Mezhep kavgaları, mezhep temelinde kutuplaşma bölge ülkelerinin ve Müslümanların yararına değildir. Türkiye'nin böyle kavgada, İslam dünyasının iki büyük ülkesinden herhangi bir tarafın yanında dini anlayış ve mezhep bir yakınlık sebebiyle yer almasından ziyade, bölgesindeki sıkıntıların aşılmasında tarafsızlığı daha önemlidir.

Beğendim
0
Sevdim
0
Beğenmedim
0
Üzgün
0
İnanılmaz
0

VİDEO

SON DAKİKA

ÇOK OKUNANLAR

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap