SON DAKİKA



Haber > Karadeniz > Karanlığa teslim olmayacağız

Karanlığa teslim olmayacağız

14 Şubat 2015 Cumartesi - 09:55




KESK Eğitim-Sen Trabzon Şube Başkanı Muhammet İkinci, gazetemizden Rabia Uzun Cirav’ın konuğu oldu.





Cirav, 19. Milli Eğitim Şurası’nda ele alınan konuları, Türkiye'de eğitimin geldiği noktayı, yeni düzenlemeleri KESK Dönem Sözcüsü, Eğitim-Sen Trabzon Şube Başkanı Muhammet İkinci ile konuştu. KESK Eğitim Sen Trabzon Şube Başkanı Muhammet İkinci, "Türkiye'de okul çağında olan 15 milyon gencin 4 milyonu okula gitmiyor. Her 3 çocuktan bir okula devam etmiyor. 6 yaşında bir çocuk evlenebilir demek bir karanlığa teslim olmak demektir, kabul edilemez. Bu zihniyete çocukları teslim etmek mümkün değildir. Bunun karşısında olanca gücümüzle direnmek mecburiyetindeyiz" dedi.

EĞİTİM BİLİMSELLİKTEN UZAK

Türkiye'nin oturmuş bir eğitim sistemi yok maalesef ve ülke için büyük bir kayıp bu durum. Sistem sürekli değişiyor, bu değişim yeni tartışmaları da beraberinde getiriyor. En çok önem verilmesi gereken alan olmasına rağmen durum ortada. Eğitim kuşkusuz toplumun bütün kesimlerinin sürekli dikkat kesildiği, yaşamın her alanına doğrudan etkisi olan bir alan. Maalesef ülkemizde eğitime yaraşır önemin verilmediğini görüyoruz. Ancak siyasi iktidar verilen önemi olumsuz niteliği ile sürekli göz önünde bulunduruyor. Yapılan yasal düzenlemelerin, uygulanan politikaların eğitim alnında yeni bir düzenin inşası için insan yetiştirmek açısından kritik şekilde değerlendirildiğini hep beraber görüyoruz. Maalesef her geçen gün ülkedeki olumsuz gidişata paralel olarak ülkedeki karanlık tablo giderek derinleşiyor. Birinci yarıyıl ısrarla dile getirmemize rağmen eğitimde kadrolaşma ile başlayan, dinselleşmeyle başlayan eğitimcilerin motivasyonunu bozan velileri, öğrencileri mutsuz eden, bilimsellikten, akılcılıktan uzak bir eğitim anlayışını AKP iktidarı inatla ısrarla gündeme getirmeye devam ediyor. Eğitimde kadrolaşmanın, kariyer, liyakat, yeterlilik ilkelerinden uzak bir şekilde sadece benden olsun mantığıyla siyasi iktidarın düşüncesine uygun, onun ideolojik amaçlarına hizmet eden insanların getirildiği bir sistemi bu ülkenin geleceğine ihanet etme anlamına geliyor.

TABLO GİDEREK KARARIYOR

Aradan geçen 5 aylık bir süreç eğitimdeki karanlık tabloyu daha da karanlık bir hale getirdi. Çünkü okullardaki idareci değişiklikleri, yani velinin, öğrencinin, öğretmenin memnuniyeti dışındaki insanların okul yöneticisi olarak atanması oradaki psikolojiyi, iklimi eğitim açısından şart olan güven ilişkisini ortadan kaldırmış bulunuyor.

1476 saat din dersi

Dinselleşmenin kanıtı olarak, ilkokuldan lisenin bitimine kadar çocuklarımız 144 saat felsefe dersi, 72 saat sosyoloji dersi alabilirler bu sistem içerisinde. 1476 saat de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi alabiliyorlar. Başlı başına bu rakamların kendisi eğitimde dinselleşmeyi, eğitimin bilimsellik ilkesinden ne denli uzaklaştığını görmek açısından her şeyi açıkça ortaya koyuyor, hiçbir şeyi tartışmaya mahal vermemeksizin gözler önüne seriyor. 19. Milli Eğitim Şurası gerçekleşti ve beraberinde birçok tartışmayı gündeme getirdi. Ağırlıklı olarak zorunlu din dersi ve zorunlu Osmanlıca dersi gündemi meşgul etti. Konuya ilişkin sizin izlenimleriniz neler? Değerler eğitimi adı altında din dersi uygulaması gündeme geldi. Milli Eğitim Şurası toplantılarında bizim ilimizin de aralarında bulunduğu birkaç ilde Eğitim-Sen engellendi. Burada yapılan toplantılara bilimsel eğitim, laik, demokratik, parasız eğitim savunumuzdan ötürü alınmadık.


Gerçekleri gizleyerek sonuç alınabileceğini düşünen bir siyasi akıl var Türkiye'de. Şurada konuşulan konulara baktığımızda gündemin bilim olmadığını görüyoruz. Yeni bir Türkiye, yeni bir toplum, yeni bir birey inşası yönünde eğitim araç olarak görülüyor. Osmanlıca tartışması gündeme geldi. Muhafazakarlaşma ve dini duyguların da istismarının bir aracı olarak gündeme getirildi. Osmanlıca; tarihçilerin öğrenmesi gereken, üniversitelerde tarih, arkeoloji ve edebiyat bölümlerinde okutulması gereken, özel bir ihtisas alanı olarak kürsülerde bulunması gereken bir ders. Ama bunu zorunlu olarak gündeme getirmek, esasında Türkiye'de cumhuriyetle başlayan aydınlanma sürecini geriye döndürmek, Osmanlıcılık heveslerini yukarılara çıkarmak anlamından başka bir şey değil. Dolayısıyla iktidar tarafından dillendirilen, Osmanlıcayı isteseniz de istemeseniz de öğreneceksiniz yaklaşımı kabul edilebilir bir yaklaşım değil. Biz Eğitim-Sen olarak Osmanlıcanın artık okullarda okutulmasının zorunlu tutulmasının son derece problemli olduğunu, bunun bilimsel eğitim açısından izaha muhtaç olduğunu dile getirip ısrarla itiraz ettik. Şura kararları öneri niteliğindedir. Fakat bir önceki eğitim şurasında alınan kararlardan sonra 4+4+4 sisteminin hayata geçirilmesiyle birlikte gördük ki AKP iktidarı önce yandaşları aracılığıyla konuyu tartıştırıyor, toplumun gündemine getiriyor, toplumu ısıtıyor, daha sonra ardı sıra düzenlemeleri hayata geçiriyor. Zorunlu din dersinin kaldırılmasına yönelik AİHM'nin adığı bir karar var.

Türkiye'de alınan karar uluslararası anlaşmadan doğan yükümlülük olmasına rağmen uygulanmıyor. 12 Eylül’den sonra laik bir devlette olmaması gereken tek din tek mezhep anlayışına uygun olarak Türkiye'nin çoğulcu yapısından görmezden gelerek zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri uygulaması geliyor. AİHM'nin zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin kaldırılması gerektiği kararına rağmen burada şöyle bir mantık var: Maalesef AKP iktidarı bizim insanımıza güvenmiyor. Bizim insanımızın dininden şüphe ediyor. Zorunlu olmasa da bizim insanımız seçebilir. Bunu zorunlu kılmak hiç doğru değil. Hele ki tek din tek mezhep anlayışına göre uygulama yapmak hiç doğru değil. Türkiye'de din, mezhep gruplarına ait insanlar var. Dolayısıyla devletin vatandaşları arasında ayrım gözetmeksizin eşit mesafede yaklaşması gerekir. AİHM'nin aldığı kararla ilgili birtakım açıklamalar yapıldı Türkiye'de. Denildi ki; nasıl ki fen, kimya, fizik zorunlu, din dersi de zorunlu olmalı. Buradaki çarpık anlayış şu: Fizik, kimya dersinde bilim esastır.

Deneysel yöntemlerle birtakım bilimsel doğrular ortaya konulur. Öğrencilerin onu kavraması öğretilir. Fakat din bu türden deneysel yöntemle izah edilecek bir şey değildir. Bilimsel olarak ölçemezsiniz. Suyun kaldırma kuvvetini ölçersiniz ama dini ölçemezsiniz. İkisi arasında fark var. Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin anaokulunda da zorunlu hale gelmesi söz konusu. Değerler adı altında anaokuluna din kültürü dersinin sokulması gündeme geldi. Biz 4+4+4 sürecinde zorunlu din kültür derslerinin yanında Kur’an, Hz Muhammed'in hayatı, temel dini bilgiler derslerinin çocuklara dayatılmasına karşı çıkmıştık. İtirazımızın kaynağı şuydu: 8-9 yaşındaki bir çocuğun soyut düşünme yeteneği gelişmiş değildir. Türkiye'de okul çağında bulunan 15 milyon gencin 4 milyonu evde okula gitmiyor. Her 3 çocuktan biri okula devam etmiyor. 6 yaşında bir çocuk evlenebilir demek, bir karanlığa teslim olmak demektir. Bu kabul edilemez. Bu zihniyete çocukları teslim etmek mümkün değildir. Bunun karşısında olanca gücümüzle direnmek mecburiyetindeyiz.

Okullar bilim üreten yerlerdir

Okullarda Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri zorunlu tutuluyor. Umre ziyaretleri yapılıyor. Din derslerine müftüler giriyor. Okullarda mescitler açıldı. Bu, devlet eliyle çocuklar arasına ayrımcılığı sokmak anlamına gelir. Bir devlet toplumda inanan-az inanan, ibadet eden-az ibadet eden diye bir ayrım yapabilir mi? İnanan, ibadet eden makul insan; inanmayan, az inanan, az ibadet eden insan değersiz insan. Bu durum çocukların diğerini ötekileştirmesine yol açar. İşte bu, ülkenin geleceğine dinamit koymak demektir. Tablonun ta kendisi bu. Okullar ibadethane değildir. Okullar bilim üreten yerlerdir. Kaldı ki ibadetin gizli saklı olanı daha makbuldür diye bilinen bir gerçeklik var. İlim öğrenmenin, okumanın da İslamiyet açısından en önemli ibadet olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ama yapılması gereken, yapılan bu değil. Hatırlarsanız bundan bir süre önce 4+4+4 tartışmalarında Ömer Dinçer bir cümle kurmuştu muhabirin sorusu karşısında. ‘Çocuklar Kur’an dersleriyle Arapça mı öğrenecekler’ sorusuna ‘Hayır, Arap harfleri ile Kur’an okumasını öğrenecekler’ yanıtını verdi. ‘Peki anlayacaklar mı’ diye sorulduğunda da ‘Hayır, okuyacaklar ama anlamayacaklar, zaten insanlar Kuran’ı anlamak için okumazlar, onu bir kutsal kitap olduğu için okurlar’ demişti.

Mesele burada insanımızın dini öğrenmesi değil; her uygulamaya kayıtsız şartsız evet diyen, itiraz etmeyen, itaat eden, sömürüye açık, ucuz işgücü olacak, çocuk yaşta gelin olabilecek bir nesil yetiştirmek. Bütün bu sebeplerle biz bilimsel, laik eğitim, demokratik, parasız, anadilde eğitim talebiyle iş bıraktık ve hizmet üretmedik. Çocuklarımız iyi okullarda parasız şekilde okuyabilsinler diye, geleceğe güvenle bakabilsinler diye, mutlu bireyler olarak yetişsinler diye, eline geçtiği ilk fırsatta ülkesini terk etmesin diye, buluş yapsınlar, teknoloji üretsinler diye, kendisini, ailesini, toplumunu seven dayanışmacı nesiller yetişsin diye kızlı erkekli, laik ve bilimsel eğitim için hizmet üretmedik. Türkiye'nin bundan başka çıkar yolu yok. Türkiye'nin bu baskıcı, sivil, dikta heveslerinin önüne geçmek lazım. Bu topraklar demokrasiyi iyi yaşamayı, birlikteliği beraberliği en iyi bilen, bununla ilgili deneyimleri olan insanlardır. Halkımıza inanıyoruz. Bu karanlığı hep birlikte yok edeceğiz. 

Eğitim paralı hale gelmiştir

Türkiye'de eğitimin ücretsiz olduğu söyleniyor. Ama diğer taraftan velilerden sürekli para isteniyor. Okullara giderlerinin çoğu için bir kaynak gelmediğini söylüyorlar. Bu giderleri karşılamak için velilerden para toplanıyor. Özel okulu tercih eden öğrencilere 3000 tl yardım yapılıyor ama devlet okulundaki öğrenciler için böyle bir destek yok. Bu payın devlet okullarına ayrılması gerekmez mi? Türkiye Cumhuriyeti AKP iktidarıyla birlikte giderek sosyal devlet olma ilkesinden uzaklaştırılıyor. Başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamusal hizmetler ticarileştiriliyor. Eğitim bal gibi paralı hale getirilmiştir. Parası olanın parası olduğu kadar yararlanabildiği bir hizmet özelliğine dönüşmüştür. Bu yılın başında 250 bin öğrenci için özel okullara teşvik yardımı yapmış bulunuyor hükümet. Öğrenci başına 3000 TL kadar bir ödeneğin özel okullara kaynak olarak aktarımından bahsediyoruz. Bu kaynakların aktarımı özel okullara değil de devlet okullarına aktarılsaydı devlet okullarının kırtasiye, fotokopi, temizlik malzemelerini karşılamak mümkün olurdu.

Ama yapılmak istenen bir işletmeci mantığı ile eğitimi ve eğitime ayrılan parayı devletin sırtında bir yük olarak gören işletmeci mantığına dayanarak okulu ticarileştirmekten başka bir şey değil. Bu iktidara göre okullar bacasız fabrika olma özelliği taşıyor. Buna şiddetle karşı çıkmak gerekiyor. 4+4+4 eğitim sürecinin yansımaları nasıl oldu? Ne gibi sonuçları beraberinde getirdi. Çok önemli rakamlarımız var. Bu süreçle 136 bin öğrencinin okulu bıraktığını tespit ettik biz. Okul çağındaki 15 milyon öğrencinin 4 milyonunun evde olduğunu, okul çağındaki öğrencilerin yüzde 29'unun okula devam etmediğini tespit ettik. 2002 yılında bir veli bir öğrenci için 720 lira harcarken bunun 3600 liraya ulaştığını tespit ettik. 4+4+4 düzenlemesi ile birlikte özel okulların teşvikinin ve ucuz iş gücü yaratma mantığının uzantısı olarak Türkiye'de son 3 yılda özel mesleki ve teknik liselerin sayının 4348’den öğrenci sayısının 54153’e çıktığını tespit ettik.

EĞİTİME AYRILAN PAY AZALIYOR

Her yıl devlet bütçesinden eğitime ayrılan bir pay var. Ayrılan bütçe yeterli mi? MEB tarafından yeterli kaynak aktarılmaması ile ilgili ciddi sıkıntılar devam ediyor. 2002 yılında MEB bütçesinden okullara ayrılan ödenek miktarı yüzde 17 iken 2015 yılı bütçesinden eğitime ayrılan payın yüzde 9.2’ye tekabül ettiğini görüyoruz. Türkiye'nin nüfusu artıyor. Türkiye genç nüfusuyla Avrupalı ülkelerin çok önünde bir yerde. Fakat eğitime ayrılan miktar açısından baktığımızda giderek bir gerileme olduğunu görüyoruz. Burada iktidarın bir saptırması var. AKP iktidarı, MEB, MEB'e ayrılan bütçenin fazla olduğunu ifade ediyor. Rakamsal olarak MEB'e ayrılan bütçenin arttığı doğrudur. Fakat MEB bütçesinden yatırımlarına aktarılan kaynağın azaldığını ifade etmemiz önemli. Çünkü MEB bütçesinden personel giderleri, ihale yoluyla, örneğin kitap basımı, Fatih projesi gibi yöntemlerle yandaşlara kaynak aktarıldığını görüyor, izliyoruz. Fakat doğrudan bina tesis yatırımlarına ayrılan kaynağın son derece sınırlı olduğunu görmemiz mümkün.


Beğendim
0
Sevdim
0
Beğenmedim
0
Üzgün
0
İnanılmaz
0

VİDEO

SON DAKİKA

ÇOK OKUNANLAR

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap