Merhabalar. İnsanların doğup büyüdükleri memleketlerinde
hizmet etme aşkları ilk başta çok masum bir talepmiş gibi gelebilir. Fakat
meslek erbaplarının, güzel ülkemin nice yöresinde o güzel insanlara hizmet
vermeden kendi memleketlerinde işbaşı yapmalarını pek de sağlıklı bulmuyorum.
Niye mi? İşte orası trajedinin başladığı nokta. İnsanın kendi memleketinde
olması gereksiz bir özgüven, işi savsaklama, adam kayırmacılık, randevuda, işe
girmede öncelik gibi birçok liyakatsiz ve hakkaniyetten uzak durumları da
beraberinde getiriyor.
Önce başka memleketlerde pişmek, törpülenmek gerekir. Yoksa
gel kendi memleketinde işbaşı yap, herkes birilerinin adamı olmuş oluyor.
Ortada bir yanlışlık olunca da kimseye dokunamıyorsun. Onu o makamı şu
getirmiş, bunun arkasında bu var deniyor ve salla başı al maaşı devam ediyor.
Çarpıklık böyle başlıyor. Çok basit ve masum geliyor di mi ilk başta ‘doğduğum
yerde doymak istiyorum’ söylemi ama o öyle olmuyor işte iki gözüm. Zamanla
masumiyetini yitiriyor, zamanla adamını kayırmaya dönüyor. Yanlış yapanı cezalandıramıyorsun
çünkü onu oraya getireni ezip geçmek istemiyorsun.
Peki oluyor mu böyle? Maalesef olmuyor. Deyim yerindeyse
‘babalarının çiftliği’ oluyor. İsteyen istediği gibi at koşturuyor. Ne de olsa
meydana gelen olumsuzlukların bir yaptırımı yok. Üniversitede siyaset olmaz ama
oluyor, randevusuz hasta alınmaz ama alınıyor, liyakate göre eleman alınır ama
kişiye özel kontenjan açılıyor. Ne de olsa hepsi hemşehrimiz di mi? İşte böyle
böyle her şeyin kalitesi düşüyor. Şehirler de kamuya hizmet veren kurumlar; eş,
dost, akraba, hemşerilerle dolarsa kimse hakkaniyet ve kalite beklemesin. O iş
zor.
Demem o ki gerçekten liyakat sahibi ve erdemli insanların bu
düzende hiçbir şey olamadığını hatta ‘hemşehri’ bile olmadığını göreceksiniz!
Bakınız haber ne diyor!
Gaziantep Üniversite'nin resmi web sayfasında yer alan bir vefat ilanı, akademideki akraba ilişkilerini ortaya çıkardı.
Öncelikle merhuma rahmet diliyorum ve sanılmasın ki bizim
şehrimiz farklı, bizde de bu durumla yarışacak hatta bayrağı daha üste
taşıyacak hemşehri ve akraba ilişkileri mevcut…
Türk mizah yazarı Mehmet Nusret Nesin veya bilinen adıyla Aziz Nesin’in bir sözüyle yazımı noktalamak istiyorum: “Korku, en beşeri duygudur. Benim iktidarlara başkaldırışımı görenlerden kimi beni korkusuz insan sandı. Oysa ben korkarım. Ne var ki, bende, başkalarına yararlı olacaksa, doğru bildiğimi, inandığımı söylemek, açıklamak duygusu, korku duygusuna her zaman üstün gelmiştir. Korkarım, yine söylerim.”