SON DAKİKA
SON DAKİKA


Fatih Sultan Mehmet ve iki papazın hikayesini bilir misiniz?
3.06.2019

Bu milletin öyle tarihi, öyle ataları var ki ne yazık ki her geçen gün o güzel tarihe ve o güzel tarihin adalet duygusuna ihanet eder duruma gelmiş.

Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine kadar bütün dünyaya örnek olan o güzel adalet duygusunu ters yüz ettik.

Yozlaştık.

Birbirimize yabancı olduk.

Hak ve hukuku yerle bir ettik.

Peygamber efendimizin ‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’ sözüne sadık kalamadık.

Bugün arife...

Yarın bayram.

Ramazanın bu son gününde sizlere Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşanan, ders gibi son derece anlamlı bir hikayeyi paylaşmak istedim.

Çok şey anlatıyor.

***

İstanbul’un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkumları serbest bırakmıştı.

Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zulüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı.

Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.

Durum Hazreti Fatih’e bildirildi.

O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih’e de anlattılar. Fatih, o iki papaza şöyle hitap etti:

– Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, Müslüman hakimlerin ve Müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunuzu ispat ediniz.

Hazreti Fatih’in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa’da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:

Bir Müslüman bir Yahudi’den bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslüman’ın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş.

Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.

Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan Müslüman’ı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:

– Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine mademki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını Müslüman’a vermiş.

Papazlar İslam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.

Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik’e düşmüş.

Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:

Bir Müslüman diğer bir Müslüman’dan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı?

Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür Müslüman’a götürüp teslim etmek ister.

– Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiyata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der.

Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir.

 O da şöyle söyler:

– Kardeşim, yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir, dilediğini yap.

Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlar.

Kadı, her iki şahsa da çocukları olup olmadığını sorar.

Onlardan birinin kızı, birinin de oğlu olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını çeyiz olarak verir.

Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğruca İstanbul’a Hazreti Fatih’in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:

– Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve birbirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz. (1)

***

Sevgili okurlar, Türk milletinin tarihi işte bu.

Peki bizler bugün bu hikayenin neresindeyiz?

Tavandan tabana hangi makam sahibi olursak olalım titreyip kendimize gelmek zorunda değil miyiz?

Şapkamızı önümüze koyarak ‘Biz nereye gidiyoruz’ diye kendi kendimize soralım.

Her yönü ile yozlaşma kültürü bizi esir alıyor.

Acı ama gerçek bu.

Güzel bir söz vardır:

İçini dışından daha çok süsle.

Çünkü dışın halkın, için HAKKIN baktığı yerdir.

Her şeye kadir olan yüce Allah, bizleri doğru yoldan ayırmasın.

Ramazan Bayramınız mübarek olsun.

Kyn(1) Büyük Dini Hikayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap