Bir ana düşünün!
Gencecik karnında taşıdığı çocuğuyla birlikte dokuz ay
boyunca yoğrulur durur.
İlk tekmeleri ona çok büyük bir haz verir.
Ruhunda sevgi fırtınaları, sevinç seliyle yüreğine doğru
coşkuyla akar.
Rabbinin ona bahşettiği analık içgüdüsüyle okşar elinde
olmadan yavrusunu...
Hayaller kurar kız olursa kınalı bir gelin, erkek olursa
çakı gibi asker olacağını düşlerken de hayırlısını diler her zaman.
*
Bir ana düşünün!
Minicik yavrusunu kucağına almış, gözlerindeki yıldız yıldız
sevgilerle ona bakmakta. İlk emekleyişi, ilk yürüyüşü, ilk anne, baba deyişi,
ilk koşması, ilk düşmesi, ilk okula gidişi, ilk diploma derken ilklerin
heyecanıyla çocuğuyla oda büyük sanki yeniden...
Sonra liseyi bitiriş.
Üniversiteye gidiş...
Daha karnındayken eşi ile birlikte düşlediği gün kapısına
gelir dayanır.
Hani o kıvancımız dediğimiz kutlu vatan görevi gelir çatar.
*
Bir ana düşünün!
Gözyaşını içine akıtarak, yüreğine gamı, tasayı yasaklayarak
evladıyla gururlanır. Sayılı gün nedir ki evlat, vatan senden hizmet bekler,
diyerek oğlunu yüreklendirir.
Bazıları nişan düğün yaparak bazıları ise ‘Git askerliği yap
gel oğlum, evlendireceğiz seni’ der yollar evladını.
Dua eder.
En önemlisi de Rabbine emanet eder onu.
Sonra hasret dolu, asker kokulu mektuplarının yolları
gözlenir.
Göğsü de koltukları da kabarır.
Çünkü asker anasıdır ya!
Dağları, yolları engel saymaz.
Onları mektuplarla sabrederek yıkar bir bir... Her mektubu
oğludur sanki. Öper, öper, öper!
Her telefon çalışı onun yüreğini kıpır kıpır yapar, adeta
kalbi duracak gibi olur...
*
Bir ana düşünün!
İçinde yangını andıran bir sızıyla uykusu bölünür.
Kor düşer yüreğine.
Sıkıntı iki el olur, boğazına yapışır ve nefes almasına izin
vermez.
Döner durur
yatağında. Rabbine sığınır. Derken sabah olur!
Aile efradına anlatır haletiruhiyesini.
Saatler geçer ve kapıda beliren birkaç askerden biricik
evladının şehadet haberini alır ve yıkılmaktan öte yanar, kavrulur!
Ama bağırıp çağırmadan vakur bir eleme bürünür. Ağıtlar
yakar.
Gözyaşı seline yenik düşer gözleri. Elindeki evladının
resmini öper, koklar; yangın dudaklarında ise ateş gülleri açmış halde
dayanmaya çalışır.
Kuzusunun körpe bedeni bayrağa sarılı baba ocağına gelince
de yürekleri mengenede ezercesine acı veren; bir o kadar da yücelten şu sözler
dökülüverir dudaklarından:
“Ben şehit
anasıyım!’’
*
Bir ana düşünün!
Diline ve gözlerine isyanı yasaklamış. “Ben şehit
anasıyım!’’ diye gururunun acısından daha öte olduğunu haykırır. Benim balam
ölmedi ki der, “Şehitler ölmez!’’ diye de evlat acısıyla yanan ana yüreğine su
serpmeye çalışır. Suyu abıhayat, duaları yavrusunun; vatan uğruna, bayrak
uğruna milleti ve inancı uğruna şehit oluşudur. Bu su asırlardır akan kutlu bir
ırmağın suyudur. Bu su buz gibi zemzem akıtan nurlu cennet pınarının suyudur.
*
Bir ana düşünün!
Koyun bakalım yerine kendinizi!
Daha 20, 21, 25, 30 yaşlarında bu vatana armağan ettikleri
evlatlarının yüreklerine kor ateş gibi düşen acılarını bir düşünün.
Eşi benzeri var
mıdır?
Bu vatan şehit
evlatları ile birlikte onlara minnettardır! (N.Y)
***
Şimdi gelelim meseleye...
Yani...
Şehitlerimize, analarına, babalarına, evlatlarına, eşlerine
hesap vermeye...
Çünkü şehitler ölmez...
Öyle demiyoruz mu?
Onlar bugünü de yaşıyor, yarını da yaşayacak...
Sormazlar mı?
“Bu hainleri koruyup kollayanların, siyasi elçileri
olanların, devlete meydan okuyanların, terörist başına özgürlük isteyenlerin
şehit kanları ile sulanmış bu toprakların meclisinde ne işleri var?”
Bakın sözün bittiği yerdeyiz...
Gümüşhaneli şehidimizin 4 aylık hamile eşinin tabutunun
başında “Çocuğumuzu göremeden gidiyorsun” feryadı sözün bittiği yer değil mi?
Koydunuz mu o eşin yerine kendinizi?
Koyacak mısınız
dünyaya babasız gelecek şehit yavrusunun yerine kendinizi?
12 şehidimiz var...
Yüreklerimiz yanıyor.
Daha dün DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları
küstahça çıkıp meydan okuyor...
Diyor ki,
“Sınır ötesi operasyonları derhal durdurun!
Libya'da, Irak'ta, Suriye'de ne işimiz var?”
Bu nasıl özgürlüktür!..”
Pes ki pes!..
Bir büyük devlet bunlara nasıl kayıtsız kalır?
Bir büyük devletin meclisi bunları nasıl içinde barındırır?
Bir büyük devlet milletinden kesilen vergilerle bunlara
nasıl maaş verir?
Bu mu özgürlük?
Dünyanın hiçbir ülkesinin meclisinde terör örgütleri ile
irtibatlı olan ve o meclisin temelini oluşturan milli unsurları parçalamaya
çalışanlar asla ve asla barındırılmaz!
Şimdi...
O şehit anaları, o şehit evlatları, o şehit eşleri sormaz
mı?
“Benim evladım,
Benim babam,
Benim eşim;
Şehit ise bunlar kim?
Bir karar verin...”
Bakın!
TBMM çatısı altında bölücü terör örgütü PKK’nın siyasi
elçilerinin varlığı devam ettiği müddetçe şehit analarımızın iki eli yakanızda
olacaktır.