Belediye başkanlığını yaptığım Bergama ilçesinin bulunduğu
bölgenin adı Bakırçay Bölgesidir. Bakır ilçesinden geçtiği için Bakırçay adını
alan akarsu, Madra ve Yuntdağı’ndan geçer, Bergama ovasına bereket saçar ve
Çandarlı körfezinden denize dökülür. Türkiye’nin en uzun elyaflı pamuğu bu
ovada yetişir. O dönemde Bergama çarşısında, esnaf bankaya veya camiye mi
gidecek, kimse kapısını kapatmaz, dükkanının girişine bir iskemle koyar
giderdi. Kısacası, o zaman insanlar birbirine güvenirdi. Komşumuzun etnik kökeni
nedir bilmezdik bile! İyi insansa, hemen içimize alırdık.
GÜVEN o kadar ileriydi ki, ödenecek senedi olan esnaf,
komşulara “Şu kadar para lazım” der, para bulunur verilir, ne senet ne çek
istenmezdi. Geçerli olan sözdü, sadece söz! Toplumsal refahın sebeplerinden en
önemlisi, toplum sermayesi, toplumsal güven, yani sosyal kapitaldir. İnsanların
birbirine “güven” duymaları, aralarındaki saygı, sevgi gibi duygular hem sosyal
birlikteliği, hem ekonomiyi hem de demokrasiyi ileri seviyelere götürür.
Prof. Dr. İskender Öksüz, kitaplarında ülkelerin “Güven
Endeksi”ne çok önem verir. Güven Endeksi’ni “Dünya Değerler Taraması-World
Values Survey” hazırlar ve beş yılda bir dünyayı tarar! Güven Endeksi’nin,
dolayısıyla Sosyal Kapital’in, birbirine güvenin en yüksek olduğu ilk üç ülke,
Norveç (148), İsveç (134), Danimarka’dır (132). Bu sonuç, insanların
birbirlerine güvenin yüksek olduğunu gösterir. Türkiye ise sadece (10) puanla
117 ülke arasında 115’inci, yani sondan üçüncü! Her yüz Türk’ten 95’i
çevresindekilere güvenmiyor, “Sakın güvenme, sonra seni kazıklarlar” diye düşünüyor.
Ne oldu bize? Nasıl oldu da, dükkanının kapısını açık
bırakmaktan çekinmeyen bir toplumdan, %95’inin birbirine güvenmediği bir ülke
haline geldik? Güvenmediğimiz insanı sevebilir miyiz? Elbette hayır! O sizi
sayar sever mi? Hayır! Tamam da, bu cennet vatanda birliği, bütünlüğü nasıl
sağlayacağız? Nasıl her birimizdeki olumlu enerjiyi, sinerji haline dönüştürüp
kalkınacağız? Son yirmi yılda, toplumumuzdaki güven endeksinin %100 oranında
dip yaptığını görünce siyasetçilerin toplumu ayrıştıran, bölen sözlerinin ne
kadar derin çatlaklar yarattığını görüyoruz.
Yanındakine, komşusuna güvenmeyen cahil insanlar bu kez,
çareyi bir cemaat liderine, bir tarikat önderine, bir mafya babasına sığınmakta
buluyor! Bu da başka bir ayrışma, kamplaşma getiriyor. Özellikle AKP ve MHP
genel başkanlarının hem birbirlerine karşı, hem doğrudan Türk milletine karşı
kullandıkları “nefret dili” toplumdaki ayrışmanın en büyük nedenidir. Bu iki
partiyi, sadece bu yüzden dahi affetmeyeceğiz.
Toplumsal güveni zedeleyen diğer önemli faktör ise, topluma
söylenen yalanlardır. AKP ve MHP genel başkanlarının ellerine bu konuda su
dökecek siyasetçi henüz doğmamıştır. Güven’i kaybetmek bir anlık bir iştir.
Yılları kapsayan uğraşlarla kazanılan güveni bir yalanla kaybedersiniz. Güveni
tekrar kazanmak çok zordur. Bazı kuyulardan çıkmak hiç de kolay değildir. Yalan
kuyusu, siyasal ümmetçilik kuyusu, ihanet kuyusu… DOĞRU Parti olarak, Çoban
Ateşi Hareketinin başlangıcından beri Türk milletine verdiğimiz bir sözü tekrar
hatırlatalım; “Toplumu ilgilendiren konularda hiçbir DOĞRU Partili yalan
söylemeyecektir. Ne kadar acı olursa olsun gerçekler Türk milleti ile
paylaşılacaktır. Yalana sarılan, yılana sarılmış gibi dışlanacaktır!”
Deneyimli bir siyasetçi olarak, herkesin üslubuna dikkat
etmesinin şart olduğunu söylüyorum. Siyasi çıkarlarını korumak uğruna söylenen
nefret dili ve yalanlar, topluma ulaşıncaya kadar çığ gibi büyüyor ve onarılmaz
yaralar açıyor. DOĞRU Parti olarak; “Türk milleti” çatısı altında, Anayasamızın
ilk altı maddesini kafasına ve gönlüne yerleştiren tüm vatandaşlarımızı,
inancı, mezhebi, etnik kökeni, ana dili ne olursa olsun hepsini, hiçbir ayrım
yapmadan kucaklamaya hazırız.
Sağlık ve başarı dileklerimizle…