Değerli sanatçımız Musa Eroğlu eserinde şöyle der: Geçtim
dünya üzerinden / Ömür bir nefes derinden / Bak feleğin çemberinden / Yolun
sonu görünüyor! Gerçekten de ömür
dediğimiz süreç, derin bir nefes gibidir. Kaç yaşında olursanız olun, dönüp
geriye baktığınızda geçmişi “bir an” olarak görürüz! Bir sebep için, bir iz
bırakmak için dünyaya geldiğinin bilincinde olanlar, aklını kullanan ve
hırslarını akıllarının altında tutmasını becerebilenlerdir.
Bir insanın hırsı ve kibri aklının üstünde ise o kişi Sayın
Köyatası’nın deyişiyle “Saati bozuk canlı bomba” gibidir. Nerede ne zaman
patlayacağı, ne zarar vereceği belli olmaz. Hele bu kişi ülkeyi yöneten biri
ise, işiniz çok zor demektir. Hırsı aklının üstünde olan, aç gözlü, doymak
bilmeyen bir adam varmış! Bir tellalın “100 altın öde, yürüyebildiğin kadar
toprak senin olsun” bağırdığını duyunca, duyuruyu yapanın yanına gitmiş ve
sormuş; Duyduklarım doğru mu?”
Adam; Doğru! Sabah güneş doğarken yürümeye başlayacaksın,
akşam tam güneş batarken burada olacaksın. Yürüyebildiğin kadar toprak senin
olacak. Vaktinde gelmezsen 100 altın benim olur! Ertesi sabah adam kendisine
gösterilen yerden yürümeye başlamış. Hırsı, ona yürüme koş, koş ki daha çok
toprak senin olsun diye bastırmış. Dağlar, tepeler aşmış, bu ova da benim
olsun, bu vadi de benim olsun diye uzaklara gitmiş. Sonunda karar verip
bulunduğu yere bir kazık çakıp üstüne adını yazmış ve dönüşe başlamış. Fakat
vakit daraldığı için ciğerlerini patlatırcasına koşmaya başlamış ve tam adamın
yanına geldiğinde, yere yığılıp kalmış.
Toprak sahibi, eğilip adamı kontrol etmiş ve hırsına yenik
düşen zavallının öldüğünü görmüş ve şunu söylemiş; “Bu adama bedeninin sığacağı
kadar toprak yeter, olduğu yere gömün!” Bu hikayeyi, insanları “Bir lokma bir
hırka” felsefesine yönlendirmek için aktarmadım. Elbette ki çok çalışacağız,
hayata asılacağız ve her gün daha iyiye, daha güzele ulaşmak için gayret
göstereceğiz. Tüm bunları, en üste aklımızı ve bilimi koyarak yapacağız.
Hırslarımıza yenik düştüğümüz an, kibre kapıldığımız an kaybetmeye başladığımız
an demektir. Bunu hiç unutmamalıyız. Hırs ve kibrin en tehlikelisi “siyasi hırs
ve kibirdir.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunun en ilginç örneğini sergilemeye devam
ediyor! “Cumhurbaşkanı da, Başkan da, Meclis de, Yargı da, Ordu da benim, hepsi
benim! Kuvvetler ayrılığı da neymiş! Ayak bağı bunlar. Ben emir verdiğimde
anında yapılacak, ben, ben, ben!” Ulus olarak çok partili siyasi hayata geçeli,
72 yıl oldu. Bu sürenin 20 yılını, yani %27,7’sini AKP ile geçirdik. Türk
milleti hiçbir siyasetçiye Erdoğan kadar uzun süre tanımadı.
Erdoğan maalesef Türk milletinin kendisine tanıdığı bu
krediyi, hırsına ve kibrine mağlup olarak hovardaca harcadı. Altın tepside
kendisine sunulan “Türk milletine hizmet eden” devlet adamları arasına girmek
gibi ulvi, onurlu bir ödülü reddedip, servetinin kaynağı şaibeli olan dünyanın
en zengin siyasetçileri arasına girmeyi tercih etti! Bugün için görünen şudur:
Erdoğan, yanlış tercihinde ısrar edecek, Türk milletinin önümüzdeki 25 yılını
ipotek altına alacak işlere ve tefeci faiziyle borçlanmaya devam edip, ayakta
durmaya çalışacak. İktidardan düşüp yargılanmamak için Anayasa-yasa ve siyasi
ahlaka aykırı işlere başvuracaktır! Ne yaparsa yapsın, Türk milleti nezdinde
itibarını kaybeden ve AKP üst yönetimi olarak çamura bulanmış bir siyasi
kadronun, seçim kazanması mümkün değildir. Umarım ve temenni ederim ki, Erdoğan
hırsına ve kibrine gem vurmasını becerir ve aklını kullanıp, seçimle geldiği
gibi, hiç olmazsa seçimle gitme siyasi olgunluğunu gösterir… Yazıyı yine Musa
Eroğlu’nun deyişiyle bağlayalım: Azrail’in gelir kendi / Ne ağa der ne efendi /
Sayılı günler tükendi / Yolun sonu görünüyor. Sağlık ve başarı dileklerimle…